Paylaşmak Çocuklara Nasıl Öğretilir?
Bencillikten vazgeçilebilir mi?
Neden sevinçlerimizi az, üzüntülerimiz çok paylaşırız?
Neden mal varlığımızı paylaşmaya hiç yanaşmayız da bedava olduğu için duygularımızı paylaşırız?
Duygularımızın da neden olumsuzlarını paylaşırız?
Çocuğumuzla ne paylaşıyoruz?
Çocuğumuz bizimle ne paylaşsın istiyoruz?
Paylaşmak öğrenilebilir mi?
Duygularınızı Paylaşırsanız Bencilliğiniz Azalır
Bencillikten tabii ki vazgeçilebilir. Bencillikten vazgeçmek için önce insan bencil olduğunun farkına varmalıdır. Yaptığı işlerde hiç kendini ve kendi menfaatlerini düşünmediğini savunan bir insan bencillikten vazgeçebilir mi? Kendisinin bencil olmadığını savunan birine sen “bencilsin” denebilir mi? Denebilir ama bir işe yaramaz. Bizim başkalarını fark etmemiz yeterli değildir. Kişiler değişmek için kendilerini fark etmelidirler. Duygularımızı adlandırmaya başlar ve onları başkaları ile paylaşabilirsek, bencilliğimizi de azaltırız. Empati kurduğumuz oranda bencilliğimiz azalır.
Zannedilir ki "Ne Kadar Asık Surat O Kadar Saygı"...
Sevinçlerimizi daha az paylaşırız çünkü ağlamak genlerimizde var. Ne kadar çok ağlarsak o kadar ilgi görüyoruz. Bu çocukluğumuzdan beri böyle sürdüğü için ağlamayı severiz. Çocuklar ağladıkları zaman istedikleri oyuncağı alırlar, kadınlar ağladıkları zaman istekleri yerine gelir, erkekler ağladıkları zaman yalan söylemediklerine inanılır. Oysa çok gülündüğü zaman, “yeter artık, başımıza bişey gelecek..” veya daha da kötüsü “ karı gibi gülme…” denir. Gülmek ve neşeli olmak yadırganan bir durum olduğu için özellikle kadınlar gülerken hep ellerini ağızlarına götürerek sanki yaptıkları kötü bir işmiş gibi ağızlarını, kahkahalarını saklarlar. Mutlu ve neşeli durumlar saklanır “nazar değecek” diye. Ağlak olundu mu değecek nazar yoktur. Durum zaten beterdir, nazar da ne. İşyerlerinde yöneticilerin suratı asıktır. Politikada da politikacıların, çoğu evde de babaların. Zannedilir ki ne kadar asık surat o kadar saygı. Oysa ne kadar neşe ve paylaşma o kadar saygı. Örnek de bizim çocukevimiz. Hem biz hem de çocuklarımız yaptığımız işlerle çok eğleniyoruz. Ama biz çocuklarımızı sayıp dinliyoruz, onlar da bizi duyuyorlar. Mutlu mutlu olmayı deneyin. “Etrafta komik bir durum yok!” diyorsanız, asık suratınıza bakın, çok güleceksiniz.
Unutmayın Dokunmak Herkese İyi Gelir
Özellikle değeri para ile ölçülebilen şeyleri daha az paylaşırız veya hiç paylaşmayız değil mi? Oysa duygular beleş. Aktar aktarabildiğin kadar. Duygularda da olumsuzları paylaşmayı tercih ederiz. Bize karşı yapılan bir davranıştan memnun olmadığımız zaman, şikayetimizi hemen bildiririz. Bizi memnun eden bir davranış için de “olması gereken yapılmıştır” diyerek üzerinde bile durmayız. Arkadaşlarımıza, onlara neden kızdığımızı bazen söyleriz ama onları ne çok sevdiğimizi söylemeyiz. Aile içinde bile babalar çocuklarına ve karılarına onları ne kadar çok sevdiklerini söylemezler. “Sevmesem benim bu evde ne işim var!” diye de savunurlar kendilerini. İlla her hareketinize bir anlam yükletmeye çalışmayın da karınızı ve çocuğunuzu basıverin bağrınıza. Sevgiyi paylaşmak size de iyi gelir. Dokunmak hepimize iyi gelir.
Çocuğumuzla ne paylaşıyoruz?
Bence kendimize göre koyduğumuz bir yaş dilimine kadar hiçbir şey. “Büyüyünce anlar...” var ya! Büyüyünce iş işten geçer. Çocuklarımızla daha çok emir cümlelerini paylaşıyoruz. Yaşları büyüdükçe cümleler de değişiyor.
Sıralamaya çalışayım: “Otur, yemeğini ye, ellerini yıka, oyuncaklarını topla, hadi yatıyoruz, bilgisayar oynama, ders çalış, odanı topla, gece geç saate kadar dışarıda kalmak yok, arkadaşlara uyma…” Tüm bunların sonunda da: “Ben sana demedim mi!” cümlesi var ya… Çocuğumuzla ne paylaşıyoruz? Onlarla bizim için akıp giden ve hiç olan “zaman”ı paylaşmalıyız. Nasihat vermeden yaşayarak, hayatı paylaşmalıyız. Paylaşarak, paylaştırarak, paylaşmayı anlatmalıyız.
Çocuklarımıza Paylaşmamayı Öğreten Biziz Aslında
Zorlayarak, katkı sağlamayarak, örnek olmayarak bence en önemlisi sakin olmayarak onlarla az paylaşıyoruz. Çocuklarımızla hep mutlulukları ve parayı paylaşıyoruz. Onlarla duygularımızı da paylaşabilsek, bizi ve kendilerini anlamalarını sağlarsak,etrafı da daha iyi anlayacaklar ve paylaşmadıkları zaman neden oldukları duyguları adlandırabileceklerdir.
Paylaşmak Öğrenilebilir mi?
Neden öğrenilmesin? Paylaşmak bir davranış biçimidir ve tüm davranışlar gibi bu da öğrenilir. Anne ve babalar 2 yaşındaki çocukları, eve gelen misafir çocukla oyuncaklarını paylaşmadığı zaman kızarlar ve de “bizim çocuk paylaşmayı bilmiyor” diye de suçlayıcı ve mutlak bir kanıya varırlar. Öncelikle en sevdiği oyuncakları, o yaşta kendini dünyanın merkezi zanneden çocuğunuz, sırf siz istediniz diye eve gelen ne olduğunu bilmediği bir çocuğa niye versin? Deli mi? Üstelik 2 yaş, çocukların kendilerini başkalarından ayırt ettikler “BEN” zamanıdır. Her şey “onun”dur. Anne de onundur, baba da onundur, ev de onundur, eşyalar da onundur. Dünya zaten onundur. Şimdi işyerinizde çalışıyorsunuz ve masanızın üzerinde de en sevdiğiniz kalemlerinizi koyduğunuz bir kalem kutunuz var. Hatta bazı kalemleri o kadar seviyorsunuz ki kullanmaya kıyamıyorsunuz ama o kutuda duruyor onlar. O sırada patronunuz yanınıza “işe yeni gelmiş olan”la yanaşıyor ve sizi tanıştırdıktan sonra da kalem kutunuzdan bir kalemi alarak yeni gelen “arkadaş”a veriyor, izninle diyerek. Aklı sıra hoşluk yapıyor “arkadaş”a. Nasılsınız? Kendiniz nasıl hissediyorsunuz? Mideniz kasıldı değil mi? İşte sizin de çocuğunuzdan istediğiniz bu. Onun da midesi kasılıyor ve ağlama krizine giriyor.
Demek ki paylaşmak zormuş. Demek ki paylaşmak bizim olan her şeyi o’na vermek değilmiş…
Çocuğunuza Paylaşmayı Oyunla Öğretebilirsiniz
Paylaşmak bir davranış biçimidir ve tüm davranışlar gibi bu da öğrenilir. Öğretmek istediğimiz her davranış biçimi gibi bunda da zorlama olmadan, çocuğumuza paylaşmayı onun çok iyi bildiği bir işin içinde öğretebiliriz. Çocuğumuzun bildiği en iyi iş nedir? Tabii ki oyun. Onunla oyun oynarken hayali arkadaşlara yiyecek ve oyuncak paylaştırabiliriz. Onunla oyun oynarken paylaşmak üzerine konuşabiliriz. Paylaşmanın sadece vermek değil, yardım etmek, katkıda bulunmak olduğunu anlatabiliriz. Oyuncaklarını sepetlere koyarak paylaşılabilecek oyuncaklar ve paylaşılmak istenmeyen oyuncaklar olarak birlikte ayırabilirsiniz. Çoklu nesneleri paylaşmak daha kolaydır. Zira ondan birkaç tane vardır. Lego, kalem, boya kalemleri, tahta bloklar gibi. Bebek, araba zor paylaşılır. Onlar tektir. Bu nedenle onları paylaşma sepetine atmamakta yarar var. O zaman işler çok kolay olur. Misafir gelen çocukların önüne paylaşılabilecek oyuncak sepeti çıkar. Oyuncakları kendi rızası ile ve bilerek ayırdığı için hiç sorun yaşanmaz. Çocuklarımızın bizleri nasıl dikkatle gözlediklerini de hesaba katarsak, ev içinde babası veya komşularımızla paylaştığımız durumlarda buna dikkatini çekmeliyiz. Çocuklar 4 yaşından sonra paylaşmaya daha yatkındırlar. “Ben” yerini biraz daha diğer zamirlere bırakırlar. Ama paylaşma eğitimleri 2 yaşındayken başlar. Hani “Akılı ersin de…” dememek gerektiğini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.
Paylaşmak, aile içinde öğrenildiği gibi en iyi öğrenilebilen yerlerden biri de yuvadır. Okul öncesi eğitim, sıraya girmeyi ve beklemeyi, oyuncakları çekiştirmeden istemeyi, sırayla herkesin oynayabileceğini, oyunlarda rollerin paylaşılabileceğini, çikolataların veya çöreklerin ikiye bölünebileceğini, duyguları, dostluğu ve sabrı öğretir.