Duygusal Zeka İlk Ailede Öğrenilir
Avrupa’da ve de Amerika’da yani, batıda bir “duygusal zekâ” lafıdır, aldı gidiyor. Oysa daha önce önemli olan, insanların yaptıkları işlerdi, diğer bir deyişle teknik olarak neleri başarabildikleri çok önemliydi. Şimdi duygularını da işin içine katarak neleri başarabildikleri önemli oldu. Bu konuda kitaplar yazılıyor, paneller düzenleniyor, söyleşilerde, internet sitelerinde duygusal zekâ tartışılıyor.
İnsanları başarıya götüren bazı duygusal yaklaşımların olduğu biliniyordu ama adlandırılamıyordu bunlar. İki yıl önce Amerikalı yazar Daniel Galenan bu yaklaşımların adını koydu: Duygusal Zekâ’ydı bunun adı. Önce anlamaya sonra da anlaşılmaya çalışmanın tanımları içinde duygusal zekâya göndermeler var. Duygusal zekânın boyutları arasında en kolay tanımlanabilecek olan “başkalarının fikir ve duygularıyla ilgilenme”dir.
Bence bizler bunu çok iyi biliyorduk da belki biraz unuttuk. Gereken önemi vermedik ve de öteledik. Oysa bizim deyişlerimizde var bu: “gönül gözüyle görmek.” İşte bence tam da bu duygusal zekâ, gönül gözüyle görmek. Peki kara gözlerimize ne oldu da gönül gözüyle bakmalıyız etrafa. Gözlerimiz ancak baktığı şeyleri görür. Ama her şey görüldüğü gibi değildir. Bu nedenle değil midir ki bakmak başka, görmek başka iştir. Görülenlerin yorumu yapılmalı ve nedenleri, niyeleri irdelenmelidir. Hemen her konu, her olay ve de herkes hakkında kararlar vererek yargılamamalı ve de değişmez sonuçlara ulaşmamalıyız. Ama bakın sağınıza, solunuza neler göreceksiniz. Fakat bir dakika! Sağa sola bakmadan önce kendinize bakın bakalım, neler göreceksiniz. Eleştirel bir gözle içinize bakın. Kocaman açın gözlerinizi, dikkatle bakın… Zeki olduğunuz tartışılmaz ama bakalım duygusal zekânız nasıl? “Ben bir harikayım mı?” dediniz, öyleyse kendinizle çok ama çok işiniz var.
Başkalarını tanımak kendimizi tanımakla başlar. Kendi değer ve amaçlarımızı, güçlü ve zayıf yanlarımızı, eksiklerimizi, özelliklerimizi, yeteneklerimizi, duygularımızı ne kadar iyi biliyorsak karşımızdakini de o kadar iyi bilebiliriz. Bu konuda da çok dürüst olmalıyız.
Yaptığımız her eylemi kendimiz için yapıyorsak duygusal zekâmızın biraz eğitilmeye ihtiyacı var demektir. Bu da ne şimdi? Açıklamaya çalışayım; karşımızdakini sadece kendimiz için dinliyorsak, onun kendini açıklaması, anlatması bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyorsa; başkalarını da ilgilendiren kararları onlarla hiç tartışmadan alıp uyulmasını istiyorsak; herkesin bir şeyler bilebildiğini düşünüyor ama bizim en çok bilen olduğumuza inanıyorsak; kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak duygularını anlamaya çalışmıyorsak; cümlelerimize genellikle “ben senin yerinde olsaydım” diyerek başlıyorsak; suratımızı ne kadar çok asarsak o kadar önemli olduğumuzu düşünüyorsak; birlikte yaşadığımız veya çalıştığımız insanlarla hiç gülüşmüyorsak; duygularımızı adlandırıp, başkalarıyla paylaşmıyorsak kendimizi gözden geçirmemizin zamanı gelmiş de geçiyor bile...
Duygusal zekâ üzerine yazılan yazılarda işyerinde duygusal zekâ veya yaşamınızda duygusal zekâ tanımları geçiyor. Bence eğer duygularınızı biliyorsanız ve de onları paylaşıyorsanız her yerde hep aynı şeyi yapmanızın bir sakıncası yok. Zaten öyle de oluyordur. Öfke evde de öfkedir, işyerinde de öfkedir. Sevinç işyerinde de sevinçtir, özel hayatta da sevinçtir.
Duygusal zekâ bir beceridir. Ve de tıpkı diğer beceriler gibi öğrenilebilir. Şimdi sıra geldi bunu canımız ciğerimiz çocuklarımıza öğretmeye...
Tabii ki duygusal zekânın ilk öğrenilebileceği yer ailedir. Anne ve babanın davranışlarının çocukların hayatında ne kadar önemli olduğundan daha önce söz etmiştik. Çocuk model olarak anne ve babayı gördüğü için onların duygulara önem vermesi ve adlandırması çocuğun da duygulara önem vermesini sağlayacaktır.
Duygusal zekâlarına eğilinmeyen çocuklar kendilerini yanlız ve dışlanmış hissedecekleri için zihinsel gelişmeleri de kaçınılmaz olarak etkilenecektir. Çocuklarımızın özelliklerini bizim bilmemiz yeterli değildir hatta bildiğimizi zannederek yanılgıya dahi düşebiliriz. Önemli olan onların birey olarak kendilerini bilmeleridir. Neyi sevip sevmediğini, neye kızıp kızmadığını, neye sevinip sevinmediğini bilen çocuk kendini bilecek, özbilinci ve özgüveni gelişecektir.
Çocukların duygusal açıdan sağlıklı olabilmeleri için duygunun ne olduğunu bilmeleri gerekir. Bu nedenle bir kere daha tekrar ediyorum, onlara duyguları biz öğreteceğimize göre duygunun ne olduğunu ilk önce biz bilmeliyiz.
Anne babaların amacı hep sağlıklı, mutlu ve huzurlu çocuklar yetiştirmektir. Fiziksel ihtiyaçların karşılanmasının da buna yeteceği varsayılır. Ayağındaki iyi ayakkabı veya sırtındaki kalın palto onu soğuktan korur ama yüreğini ısıtmaz. “Korkuyorum” dediği zaman, “Haklısın ben de korkardım. Hala da bazı şeylerden korkarım. Ama gel korkuyu konuşalım seninle”dediğimiz zaman ona duyguyu paylaşmayı öğretmiş oluruz. Oysa genellikle yaklaşım şudur. “Hiç korkulur mu kocamansın.” Hele erkekse “Askere gideceksin ödlek”. Ağlayan çocuğa da yaklaşımımız budur. Sinirlenince de “Bacak kadar boyunla neyin siniriymiş bu” diye çıkışırız. “Galiba sinirlendin. Nedir seni bu kadar çok kızdıran şey.” Dediğimiz zaman, duygularını adlandırmış ve kendini tanımasına yardım etmiş oluruz. Kendi duygularımızı da sımsıkı saklarız çocuklarımızdan. Üzüldüğümüz zaman o görmesin isteriz. Hele ağladığımızı hiç görmesin. Hele hele babasının ağladığını hiç mi hiç görmesin. Neden? Taş mı bu anne ve babalar?.. Ağlamaz, gülmez, kızmaz, sevinmez mi onlar?.. Tam tersi. Duyguların dışa vurumları olan davranış şekillerini çocuklarımızla birlikte yaşamalıyız. Çocukların duygularının büyüklerden hiç farkı yoktur. Üşümek gibi kızmaya da hakları vardır.
İlgi, merak ve sevgi özellikle de sevgi çocukların gelişmesinde olmazsa olmaz unsurlardır. İlgi duyan, merak eden ve de sevilen bir çocuk öğrenir.
Hayatta kalmak bir beceri değildir. Asıl beceri hayatta kalırken üretmek, günlük sorunlara çözümler bulmak, umutsuzluklarla başa çıkmak, kendimizi yönetmek, hissetmek ve de hissettiklerimizi paylaşmaktır. Duygusal zekâmızın gelişmiş olması, geçirdiğimiz zamanın duygusal açıdan, kaliteli olduğunun göstergesidir.
Duygusal açıdan sağlıklı yetişen çocuklar zaman içinde şiddete eğilimli olmazlar ve kendilerini daha iyi hissederler, başkalarını anlamak için çaba gösterirler, çatışmalara çözüm bulurlar ve sorun yaşamazlar, güvenilir olurlar, kolay arkadaş edinirler, başarılı ve mutlu olurlar.
Hayata kaşlarını çatarak değil kikirdiyerek bakarlar.
Peki ya siz?..