Çakma Anne...
“Anneler cennet ayaklarınızın altındadır.” Bence, bu söz boş ve anneler günü goygoyculuğu için söylenmiş, sıradan bir sözdür. Cennet öyle sanıldığı gibi her annenin ayağının altında değildir ve de olmamalıdır. Anne var, anne var. 9 ay karnında taşıyıp da camii kapısına çocuğunu bırakan anne ile çocuğunu hiçbir koşulda bırakmayan anne arasında mutlaka bir fark olmalıdır. Ben hepsini Allah’a havale edeyim de en çok saygı duyduğum annelerden laf açayım.
En çok evlat edinmiş olan annelere saygı duyuyorum. Hele yalnız yaşayan ve evlat edinenlere iki kere saygı duyuyorum. Tek başına ortaya çıkıyor ve bir çocuğun tüm sorumluluğunu alıyor.
En çok gelişimini tamamlayamamış çocukları evlat edinmiş olan annelere saygı duyuyorum.
Sanırım bir veya iki sene önce bir sabah programında, programa anne -baba ve genç kızları katılmıştı. Anne ve baba emekli oluyorlar ve çocukları da yok. Emekli maaşları, ikramiyeleri ve bir de evleri var. Evlat edinmeye karar veriyorlar. Belli işlemler yapıldıktan sonra kurum tarafından çağrılıyorlar ve kız bebek alabilecekleri bildiriliyor. Anne ve baba adayı bunun fark etmeyeceğini söyleyerek 3 aylık kız bebeği alarak eve geliyorlar. Tabii hemen doktor çağırıyorlar kontrolleri için ve bebeğin spastik olduğunu öğreniyorlar. Kuruma geri dönerek, bunun nasıl bir sorumsuzluk olduğunu en azından bilgi verilmesi gerektiğini söyledikleri zamansa aldıkları yanıt “getirin, değiştirelim” oluyor. İnsan olan insanın kanını donduran bir yanıt bu. Tabii ki anne ve baba bebeği geri vermiyorlar ve emekli ikramiyesi, tüm birikimler, hayatları bebeğe adanıyor. Kimsenin yaşamadan bilemeyeceği tedaviler ve ameliyatlar birbirini kovalıyor. Seneler önce spastik olan bebek, bir genç kız olarak, yürüyerek, yüzünde güller açarak ekran önüne geliyor. Üniversite bitmiş. Bir de kitap yazmış hayatını anlatan ve en önemlisi “annem” “babam” dediği zaman yüreğinin sevgisini hissettirmesi. Ben ağlamaktan bayılmış ve o anne ve babaya sarılmak istemiştim. Cennet onların ayaklarının altında. Bunu bal gibi biliyorum.
Aklıma o sıralarda Nilüfer'in yaptığı saygı değer olay gelmişti. Bildiğim kadarı ile Nilüfer, bir erkek bebek için kuruma başvuruyor ve işlemler bitince de çağrılıyor ve çocuklar beşiklerinde sıra sıra yatarlarken, gözüne kavruk bir kız bebek ilişiyor. Beşikte yatanların içinde en kavruk ve sıska olanı o bebek. Sevgili Nilüfer o bebeğe anne oluyor. Ayşe Nazlı güzel bir genç kız şimdi. Cennet Nilüfer'in ayaklarının altında. Bunu bal gibi biliyorum.
Şimdilerde de Çilek ile yatıp, Çilek ile kalkıyorum. Çilek, Tönbekici'nin kızına verdiği gazete adı. Gazetede bebekten söz ederken, “Çilek” diyor. Yazıyor mutlu mutlu. Ben de mutlu mutlu okuyorum. Yüzümde salak ve sıcak bir sırıtış oluyor okurken. Çilek asık suratlı bir bebekten, sevgi dolu ve gülmeyi öğrenen bir bireye doğru dönüşüyor. İlgiyi, sevgiyi, sıcaklığı, öğreniyor, iki kişilik ailesinde. Tadı benzeri olmayan bir duyguyu tadıyor ve tattırıyor Tönbekici. Tabii memleketimizin çıkıntıları da var ve hemen bu güzel tabloyu görmek yerine çıkıntı sorular soruyorlar: “Büyüyünce annesini ararsa ne olur?” “Kendi çocuğun değil, sevecek misin?” “Başkalarının eşyaları ile çocuk büyümez, sen onu git geri ver!”
Büyüyünce annesini ararsa arar. Sana ne? Anın keyfini çıkar. Bir anneciği var şimdi. Çileği bağrına basan bir anneciği. Kediden korkunca kucağına sığındığı bir anneciği var.
İnsan doğurduğunu sever diye bir genel geçer kaide yok. Doğurduklarını kapı önüne bırakanlar yoksa Çilek ağaç kovuğundan mı geldi. Hayatında hiç hayırlı bir iş yapmayanlar, hayır olarak sadece sadaka vermeyi biliyorlar.
Çocuklar, başka çocukların eşyaları ile büyürler. Oğlumun eşyaları ile 3 çocuk büyüdü. Bebekler hemen büyüdükleri için giysiler tertemiz kalır. Hele bazıları hiç kullanılmadan kalır. Bu nedenle eşyalar elden ele dolaşır. Hatta zaman zaman bu eşyalar için çağrılar yapılarak takas şenlikleri bile oluyor.
Sonuç olarak kitaplarda yapılan tanımlarda “anne, baba ve çocuktan oluşan en küçük topluma aile denir” var ya yalan o. Aile birbirini sevenlerin bir arada yaşamasına denir. Oğlumla ben, hiç ummadığımız bir zamanda başbaşa kalınca köpek de bize kalmıştı.(Adamlar çıkıp giderlerken, kendilerine dert olacak olan çocuk ve köpeği evde bırakıp giderler.) Can, Betüş(köpeğimiz) ve ben bir aileydik.
Yaşasın sevgi.