Altın Kızlar Tatil Sezonunu Açtı!
Hani biz dört kız bir zamanlar Karadeniz'e gitmiştik ya. Bu sefer de sekiz kız evet tam sekiz kız Kuşadası Davutlar köyündeki bir arınma merkezine geldik. Bandırma, Tire ve İstanbul'dan sekiz kız burada buluştuk. En küçüğümüz 56, en büyüğümüz 82 yaşında.
Burası öyle kolay bir yer değil. Sabah 06.00’da kalkılacak ve yürüyüşe gidilecek. Dağa çıkılacak. Kızların bir kısmı gitse de bir kısmı dağa çıkamadığı için başka yollarda, mandalina ve limon ağaçlarının çiçeklediği yollarda yürüyorlar ama bir saat yürünüyor yani sonuçta. Sonra koş gel ve hoop havuz. Havuzdan sonra saat 09.00’da nefes eğitimi. Ondan sonra kahvaltı. Kahvaltı kahvaltı olup da ne yediğimizi sanıyorsunuz, ot. Ot yeniyor. Herkesin tabağında bir öbek maydanoz, ısırgan, tere, salatalık, domates. Peki bunları evde yesek de bu eziyete burada katlanmasak olmaz mı? Olmaz. Kadın aklı bu! Kahvaltıdan sonra kızlar tespih tanesi gibi dağılıyorlar. Saat 13.0’ de yemek var. O saate kadar kimse kimseyi pek göremiyor.
Herkesin programı ayrı. Kimi masajda, kimi ozonda, kimi yogada, kimi başka terapilerde, kimi de havuzlarda. Üç tane havuz var. Biri soğuk diğerleri sıcak. Sıcak dedimse ısıtılmış değil. Termal havuzlar. Litresinde 6.3 gr yoğunluğunda ve 30 değişik mineral içeren sular bu havuzların suları. Bu minerallerin yanında en önemlisi insanları gençleştiren silisyum dioksit bakımından da zengin olması. Sıcak havuzdan çıkan kendini soğuk havuza atıyor. Ben hariç. Şok olması gerekiyormuş. Ben kendimi bu kadar çok şoklamak istemediğim için sıcak havuzda sakince dolanıyorum.
Öğle yemeğinde buluşuyoruz. Herkes bitap. Sabah maceralarımızı aktararak otlanıyoruz gene. Bu arada telefonla konuştuğumuz dostlarımız kaç kilo verdiğimizi soruyorlar. Cevap hazır: “Sen hiç zayıf inek gördün mü?” Amaç kilo vermek değil zaten, amaç beslenmeyi öğrenmek. Kilo, doğru beslenilirse verilir.
Öğle yemeğinden sonra biraz dinlenme ve sonrasında gene koşturma başlıyor. Saat 16.00’da su jimnastiği ve bu arada o saate kadar arınması olanlar gene odalara karıncalar gibi girip çıkıyorlar. Saat 18.00’de mutlaka derse katılmak gerek. Bir saat süren sağlık seminerleri çok önemli. Bu seminerleri veren Dr. Yaşar Yılmaz ve arada misafir olarak burada kalan, hayatını kürlere ve ilaçsız yaşamaya adamış olan 90 yaşındaki delikanlı Prof. Dr. Karl Hecht müthişler. Seminer konuları alzheimer olmamak için ne yapmalı, neyi ne zaman yemeli, ağrıyı ilaçsız nasıl geçiririz, ilaçları dayayan doktorlara karşı kendimizi nasıl savunmalıyız? Bu son konu, çok önemli. Çünkü doktorlar tarafından ilaçla daha da çok hasta edilen insanlarız biz. Hele ben ilaçlara karşı savaş açtığım için öğrendiklerim beni sevindiriyor. Kaykılıp gidersem de ilaç içmeden kaykılacağım.
Ne öğrendik?
•Hareket etmezsek hapı yuttuk.
•Doğru nefes almazsak, tıkanıp kalacağız.
•Unlu ve şekerli yiyecekler bir zehir ve sakın yemeyin.
•Silisyum dioksit'in yararları sayılamayacak kadar çok.
•Oksijen ozon tedavisi iyi bişey.
•Kolon hidroterapi iyi bişey.
•İlaç içmek kötü bişey.
•Meditasyon ve doğa hayatımızı kurtaracak ama yararlanmıyoruz.
•Ot yiyerek de doyuluyor.
•
İyileştirilmeyecek hastalık yoktur. İyileşmek istemeyen hasta vardır demiş İbn-i Sina. Etrafımızda ne kadar çok şikâyet eden insanlar var. Çözüm üretmezler ve üretilen çözümleri de beğenmezler. Bazı insanlar marazlarından besleniyorlar sanırım.
Sonuç olarak bu bir tatil. Ama nasıl bir tatil? Sağlıklı yaşamayı öğrenmemiz için kendimize sunduğumuz bir tatil. Arkadaşlardan birine “tatildeyiz “ dediğimiz zaman “tatil bu mudur? Bütün gün canımız çıkıyor.”dedi. Haklı!
Bir haftayı gene her zamanki gibi kikirdeyerek bitirdik. Bu sağlık tatilini de tekrarlamaya ve öğrendiklerimizi unutmamaya karar verdik.
Şimdi kaldığımız yerden öğrendiklerimizle devam edeceğiz. Bakalım İstanbul'da beni tanıyabilecekler mi:)))