Türk Tiyatrosunun Büyük Kadın Oyuncularından: Güzin Özyağcılar
Bizimkiler dizisini hatırlamayan yoktur. Ülkemizdeki uzun soluklu dizilerin öncülerindendi. Yıllar geçmesine rağmen halen akıllarda kalan dizinin "tak tak Sedat" lakaplı Salih Kalyon'un eşi "Serpil"i oynamıştı Güzin Özyağcılar.
Bu ayki “Ayın Röportajı” konuğumuz gerek özel gerekse sanat yaşamıyla örnek biri “Güzin Özyağcılar”.
Türk tiyatrosunun önde gelen başarılı isimlerindendir Erdal-Güzin Özyağcılar çifti. Sabun köpüğü evliliklerin her geçen gün arttığı günümüzde, pek rastlayamadığımız mutlu aile yaşamlarıyla herkesin imrendiği bir hayatı paylaşıyorlar Özyağcılar. Sanat gibi meşakkatli bir meslekte uzun yıllar başarıyla var olabilmek ve tüm bunların yanı sıra iki güzel evlat yetiştirebilmek sanırım azımsanamayacak bir başarı.
Yeni sezonda “Dullar” adlı tiyatro oyunuyla tiyatro severlerle buluşan sanatçı, şimdilerde sezonun yeni dizilerinden "Karadağlar" dizisiyle karşımızda. Sanatçıyla, sanat yaşamı ve mutlu evliliğin sırrı üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.
Değerli tiyatro sanatçısı Güzin Özyağcılar'a içten ve samimi sohpeti için teşekkür ederiz.
Yıllarını tiyatroya vermiş, başarılı bir tiyatro sanatçısı olarak öncelikle kendinizi anlatabilir misiniz? Güzin Özyağcılar nasıl bir çocuktu, nasıl bir gençlik dönemi geçirdi?
Ben bir subay kızıyım. Çocukluğum Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde geçti. 1960 yılında, inkılaptan sonra babam emekli oldu, İstanbul’a taşındık. Tiyatroya aşkım ortaokul, lise dönemlerimde başladı. Liseyi, İstanbul Kız Lisesi’nde okudum. İstanbul Erkek Lisesi’yle “Cimri” adlı oyunu oynadık ilk. Orada bu ateş iyice alevlendi. Hocalarımında teşvikiyle konservatuvara yazıldım. O zaman konservatuvar Cağaloğlu’nda İstanbul Kız Lisesi’nin karşısındaydı. Şimdi İstanbul Üniversitesi olan konservatuvar o zaman belediye konservatuvarıydı; buradan mezun oldum. Böylece sanat hayatım başlamış oldu.
İlk oynadığınız oyun neydi?
Profesyonel olarak oynadığım ilk oyun; Dormen Tiyatrosu’nda oynadığım “Yaygara 70” müzikaliydi. Daha sonra Ulvi Uraz gibi birçok özel tiyatroda oynadıktan sonra 1974 yılında halen devam ettiğim İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tiyatroları’na girdim.
Ailenizin yaklaşımı nasıldı? Bu konuda sizlere destek oldu mu?
Ailem, önceleri anne-baba olarak pek sıcak bakmadılar bu konuya. Çünkü ailede de hiç sanatçı yoktu. Biraz karşı geldiler ama daha sonra kültürdür, eğitimdir, madem herkes bu kadar seviyor, etraf bu kadar seni destekliyor bir şeyler vardır dediler ve onların da desteğini alarak konservatuvarı bitirdim. Eşim Erdal Özyağcılar’la konservatuvarda tanıştık onun büyük desteğiyle tiyatro aşkım ve ona olan aşkım başladı. Daha sonra da evlendik.
Oyunculuğa başladığınız ilk yıllarda hiç eleştiri aldınız mı?
Herhalde iyi eleştiriler aldım ki 40 yıldır bu işi yapıyorum. Bu iş sırf istekle yapılacak bir iş değil. Yetenek olmazsa, eğitim olmazsa zoraki yapılacak bir iş değil. Ben seviyorum bu işi yapayım dersen hayatta çok ıstırap çekersin bizim meslekte. Her meslekte olduğu gibi bu meslekte de bir yere tutunmak ve bir yere kadar gelmek lazım ki ilerleyebilesiniz.
Yaşamını sanata adamış başarılı karı-koca olmanın yanı sıra, evliliğinizde uzun bir geçmişe sahip. Gerek sanat gerekse özel yaşamınızda Güzin Özyağcılar bu dengeyi nasıl koruyor?
Aslında, biz çok doğal bir şekilde kendi yaşantımızı yaşıyoruz. Bunu yürütmek için özel bir çaba sarf etmiyoruz. Ama sanıyorum ki denk gelen bir evlilik oldu. Eşimle aynı şeylerden zevk alıyoruz. Aileler denk, eğitimimiz denk, kültür seviyemiz denk. İkimiz de aile yapısını çok seviyoruz. Akşam olduğu zaman evimizde çocuklarımızla oturup sohbet etmekten, bir şeyleri paylaşmaktan büyük zevk alıyoruz. Özel davetlerin dışında pek gece hayatımız yoktur. Böyle kurulan bir evlilik, iki çocukla taçlandı; Zeynep ve Emrah diye. Şimdi tabi torunlar da var; aile genişledi. Tabi onlar daha bir anlamlı, daha bir keyifli hale getirdiler evliliği. Ve bir de bu evliliğin içinde zevk alarak yaptığımız bir mesleğimiz var.
Tabi eşiniz de aynı meslekten olunca birbirinizi çok daha iyi anlayabiliyorsunuz. Düşünebiliyor musunuz ben bir doktorla veyahut da bir avukatla evlensem adamcağız yorgun argın akşam evine gelecek eşi akşam tiyatro oyununda!.. O eş kaç gün katlanabilir böyle bir evliliğe?..
Erdal beni anlar, ben onu anlarım. Prova dönemlerinde, ilk oyun çıkma dönemlerinde bir stres yaşarız. Öyle zamanlarda, bizi bu meslekte olanlar anlar ancak. O dönemlerde birbirimizden uzak kalırız; işleri bir diğerimiz yüklenir. Birbirimize hep anlayışla idare ederiz. Birbirimizin içinde bulunduğu şartları bilerek evin yükünü paylaşırız. Dolayısıyla aynı meslekte olmamız ev yaşamımızda avantaja dönüştü diyebilirim.
Çocukluklarınız anne ve babasının yoğun çalışma temposuna nasıl ayak uyduruyordu?
İlk evlilik dönemlerimizde oğlum Emrah dünyaya geldiğinde mesleğimize yeni başlamıştık. Aile düzenimizi yeni kuruyorduk. Özel tiyatro şartları ağırdı. Şehir tiyatroları oyunlarımız vardı. Bu durumun sıkıntısını biraz oğlum çekti. Ama gerek Erdal’ın annesinin, gerekse benim ailemin desteğiyle Emrah’ı elbirliğiyle büyüttük. Ama Emrah, kesinlikle bu mesleğe karşı bir set çekti. Hatta küçükken ona sen büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarında: “Ben büyüyünce oğlumu hiç yalnız bırakmayacağım” oluyordu cevabı.
Bu meslekten dolayı bir 13 yıl ara verdik ikinci çocuğa; daha sonra kızım doğdu. Tiyatro oyunlarımız, televizyon dizilerimiz bir düzen içindeydi. Keyifli bir döneme denk geldi Zeynep. Onun için Zeynep bu mesleği sevdi. Anne babanın, özellikle de babanın şöhreti onu olumlu etkiledi.
Kendisinde bazı yetenekler görüyorduk ama gerçekten yetenekli olup olmadığını anlayabilmek için biz onu uzaktan izlemeyi tercih ettik. Çünkü bizim meslekte anne-baba sanatçı olunca çocuk da o mesleği yapmak ister. Yeteneği yeterli olmazsa, o çocuk hayatı boyunca mutsuz olur; anne babasının gölgesinde kalır. Bu yüzden kızımızı yönlendirmek istemedik, kendi seçsin istedik.
Yaptığımız güzel bir şey vardı, Zeynep’i altı yaşında Devlet Opera ve Balesi'nin, bale bölümüne verdik. 16 yıl bale bölümüne devam etti. Orada hem bu mesleği sevdi, hem de vücudunu, sesini kullanmayı öğrendi. Daha sonra da tiyatroyu seçti. Onun için de konservatuara girdi, kazandı. Dört yıldır da şehir tiyatrolarında oynuyor.
Çocuklarınıza verdiğiniz en önemli ders neydi? Onları yetiştirirken özellikle nelere dikkat ederdiniz?
En önemli husus dürüstlük, yalan söylememek. Yani onlar yalana gerek duymayacaklarını çok iyi bilecekler. Aileyle çocuk ilişkisinde, çocuklarınızın size karşı dürüst, açık sözlü olmalarını sağlayabilmek son derece önemli. Bir kabahat bile işlediklerinde annem babam bana bir şey demez, doğruyu söylemeliyim diye düşünmeliler. Eğer yanlış bir şey yapmışsam bunu aileme yalana gerek duymadan söyleyebilirim diyebilmelidir çocuk. Ailede bu konu tartışılır, konuşulur, sebepleri bulunmaya çalışılır.
Büyüme dönemlerinde oğlum da kızım da bana bir şey söyledikleri zaman ben bilirimdim ki o doğrudur. Katiyen onları yalana, saklamaya mecbur bırakmadım. Bütün arkadaşlarını tanırım, halen de öyle. Nereye gidiyorlar, nereden geliyorlar perde arkasından neler yapıp ettiklerini bilirdim. Ama bunu yaparken de çok fazla öne çıkmadan onları kontrol etmek gerekiyor.
Onları rahatsız etmeden de bu denetimi yapmak lazım ama biz galiba şanslı anne babayız ki çocuklarımız çok güzel okudular, çok güzel evlatlar oldular bizleri hiç üzmediler; inşallah böyle de gider.
Örnek bir çift olarak, yeni evlenecek olan çiftlere neler tavsiye edersiniz?
Öncelikle aileler çok önemli. Denk ailelerin çocuklarının birbirleriyle evlilik yapmalarını öneririm. Yani görgü, yetişme tarzları, maddi durumları, eğitim seviyeleri denk olan kişiler hayatta çok daha mutlu oluyor. Birinin diğerinden daha üstün olması ilişkiyi zora sokabiliyor. Bir de evlenirken, “Ben onu değiştiririm” mantığı var. Hayır, öyle bir şey yok.
Evlenme çağına kadar o insanın kişiliği, eğitimi, görgüsü, ailede oluşur. Daha sonra o insanda hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. O insanı ömrü hayatınızda öyle kabul edeceksiniz. O bu yapıda, ben bu yapıdayım derseniz evliliğinizi yürütürsünüz. Ben onu kendime benzetirim mantığıyla evlilik yürümez.
Tiyatronun dışında yeni projeleriniz var mı? Dizi veya sinema filmine sizi yakın bir zamanda görebilecek miyiz?
“Karadağlar” diye bir diziye başladık. Kızım ve eşim de oynuyor bu dizide. İlk defa bir dizi de üçümüz oynuyoruz. Edremit’in Kaz Dağları’nda çekim yapıyoruz. Çok keyifli gidiyor.
Hem daha kalıcı hem de daha kısa sürede çekildiğinden sinema filminde olmayı daha çok isterim. Düşünebiliyor musunuz dizi çekimleri için her gün Edremit’in Kaz Dağları’na çık, torunlardan, çocuklardan, evimden, kedilerimden uzakta ol; çok zor... Sinema filmleri hem kalıcı olması hem de çekim süreleri, şartları bakımından dizi filmlere kıyasla daha çok cezp edici tabii.
Televizyondaki yeni oyuncuların genelde cast ajanslarından seçilenler olduğunu görüyoruz. Sizin bu konudaki görüşünüzü alabilir miyiz?
Yönetmenler tiyatro izlemeye gelmiyorlar. Yönetmenlerin oyun seyredip, yeni oyuncuları keşfetmeleri lazım. Ben 40 yıldır buradayım, bunca sene de yalnızca iki yönetmenin geldiğine şahit oldum. Gelip oyunu izlemezler. Castları reklamda gördükleri kişilere göre belirleyebiliyorlar. Daha çok da televizyonda yayınlanan dizilerden, ilişkilerden ona uygun, buna uygun diye seçiyorlar oyuncuları.
Şimdiki castlar, mankenler yarışmasından, güzellik kraliçelerinden seçiliyor. Tamam onlar da mesleğin içinde bulunsunlar çünkü fizik de önemli ama içlerinden yetenekli olanlar seçilmeli. Fakat yalnızca fiziği ön planda tutarak “biz nasıl olsa oynatırız” diye düşünülerek oyuncu seçilmemesi gerekiyor.
Genç kalmak için uyguladığınız formüller var mı? Bu konuda tavsiyeleriniz var mı?
Belli bir yaştan sonra tabiî ki bakım gerekiyor. Bunu kesip biçme şeklinde değil, medikal estetik olarak tercih ediyorum ben. Cilt doktorum Ali Kerim Diler’dir. Ona giderim, o yüzüme vitaminlerimi verir her sene bir altı kür uygulanır cildime. Doktorumun tavsiyesiyle zaman zaman yeni bakımlar da uygularım. Kendimi ihmal etmem.
Çocuklarının oyunculuk anlamında yetenekli olduğunu gören ailelere neler tavsiye edersiniz?
Anne baba istiyor diye çocuk sanatçı olmaz. Çocuktaki o yeteneği, o isteği, o ışığı görmeleri lazım. O ışıltıyı görürlerse öncelikle çocuklarını, çocuk oyunlarına sık sık götürmeleri lazım. Bizim tiyatronun da çocuk oyunları var, özel tiyatroların da çocuk oyunları var. Bunun için eğitim veren kurumlar var. Bizim şehir tiyatrolarında da çocuk oyunları birimi var. Eğer yetenekli olduğunu görüyorlarsa buralara da götürebilirler. Çocuğun o dönemini iyi değerlendirmek gerekiyor.
Kasım 2010
Röportaj: Cansu BULDU ÇAN
Dikkat: Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kopyalanamaz, hiçbir şekilde kullanılamaz.