“Sonsuz Mutluluk Vaat Edilen Proje Çocuklar Yetiştiriliyor” - 2
“Sonsuz Mutluluk Vaat Edilen Proje Çocuklar Yetiştiriliyor”
Uzman Psikolojik Danışman Nilgün Sarı
Çocuk yetiştirmek dendiğinde, ne anlıyoruz? Kimilerimiz bunu, çocukları anne babalarının istediği kalıba sokmak şeklinde yorumlayabilir. Bazı kimseler çocuğu “çok iyi yetiştirme” meselesini adeta hırs haline getirir. Bazıları ise çocuk yetiştirmeyi geleneksel yöntem ve tutumları tekrarlamak olarak anlar; böyle olunca da kendi anne babasının yaptıkları hataları tekrarlar durur.
Peki ama hal böyleyken, her zaman çocuğumuz için ‘en iyisini(!)’ düşünürken neden günümüzde her geçen gün hiperaktivite ve dikkat eksikliği yaşayan çocuk sayısı artıyor? Bence iğneyi kendimize çuvaldınızı başkasına batırmanın vakti geldi.
“Neden çocuğumun dikkati dağınık?”, “Neden benim çocuğum hırçın, hiperaktif?”, “Bu çocuğun ergenliği neden böyle sorunlu geçiyor?” diye kendi kendinize sorup duruyorsanız, Agape Danışmanlık Merkezi’nin uzmanlarından Psikolojik Danışman Nilgün Sarı’nın anlattıklarını, sindire sindire okuyun derim.
Sürekli “onu al, bunu al anne” diyen çocuklar var etrafta. Tüketim çılgını minikler diyorum ben onlara. Nasıl frenlenebilir bu gidişat?
Çocuğun annesinden veyahut da babasından “hayır”ı duyması gerekiyor. “Hayır” aslında sağlam bir şeydir; sanıldığının aksine kötü bir şey değildir. Çocuğunun her dediğine “evet” diyerek sınırsız bir mutluluk vaat ediyor ebeveynler. Oysa, yaşamda sonsuz mutluluk diye bir şey yoktur.
Çocuklarda davranış bozuklukları ve hiperakivite sorunları çok arttı. Birçok uzman da sorunun çözümünü ilaç vermekte buluyor. Aileler: “İlacı içeremiyorum.”, “İçtikten sonra çocuk uyuşuk uyuşuk oluyor” ya da “Çocuğum yine aynı hırçın hareketleri yapmaya devam ediyor, ne yapmalıyım?” diyor. İlaçla tedavi konusunda siz ne düşünüyorsunuz?
Hiperaktivite sorunu olan çocuğun sorununu, yalnızca bir psikiyatriste gidip ilaç alarak tek taraflı bir şekilde tedavi etmeniz yeterli değildir. Böyle bir durumda hem psikologla hem de psikiyatristle eş zamanlı tedaviye yönelinmeli ki sorunun altta yatan nedenleri daha net anlaşılarak, mevcut sorunun kökten çözümüne gidilebilsin.
İlaçla tedaviye karar verecek kişi psikiyatristir. Onun dışında hiç kimse, hiperaktivite ve dikkat dağınıklığı ile ilgili ilaç veremez. Ve kimi durumlarda ilaç gereklidir de. Çocuğun sosyal durumu o kadar sorunludur ki bir parça onu toparlamak adına ilaç verilebilir. Kimi zaman terapiye başlarsınız ama onun hızı yavaş olduğundan ve mevcut sorun daha da içinden çıkılamaz bir hal alabildiğinden hızlı çözüme ulaşabilmek gerekir. Hiperaktivitesiyle çocuk, aslında anne ve babasına birşeyler demek istiyordur. Ve burada, çocuğun ne demek istediğini anlamak ve bulmak çok önemlidir. Ancak benim deneyimlerime göre, “çocuk ve aile” ile sıkı bir çalışma sonucu çoğunlukla ilaca gerek kalmadan bu sorunun üstesinden gelinebiliyor.
Anne diyor ki: “Ben çalışıyorum üstelik tüm evin işleriyle uğraşıyorum, vakit mi kalıyor çocukla ilgilenmeye”, baba da aynı şekilde iş yoğunluğundan şikayetçi. Doğal olarak da kimi aileler sorunun farkında olmasına karşın, çözüm noktasında çaresiz kalabiliyor. Ne önerirsiniz bu durumda?
Çocuk bu tür hareketleriyle aslında yardıma ihtiyacı olduğunun sinyallerini veriyor; adeta ‘beni görün’ diyor ailesine. Ve çocuk bu sinyali veriyorsa, anne babalar olarak o sinyali almamız lazım. Sonuçta bu sizin çocuğunuz ve ortada yolunda gitmeyen bir şeyler var.
Sorun, aileye ve çocuğa göre değişebiliyor. Mesela ne olabilir: Kardeşiyle ilgili bir kıskançlık yatabilir temelinde. Ya da annesinin ciddi bir sorunu olabilir. Veyahut da anne-baba ilişkilerinde problemler vardır. Özellikle anne depresyondaysa, çocuk bu durumu hareketlendirmeye çalışıyor olabilir. Her şekilde, çocuk sorunları dışa vuran durumundadır. O ailede ya da çocukta yolunda gitmeyen bir şey var ve bunu çocuk bu tür hareketlerle dışa vurur.
Hiperaktivitesi olan bir çocuğu yalnızca ilaçla tedavi etmek mümkün mü?
Hiperaktivitesi olan çocuk, hem psikolog hem de psiyatrist tarafından değerlendirilmeli. İdeal olanı da budur. Yoksa yalnızca ilaç vererek çocuğunuzun sorununu çözmeniz mümkün değildir. Ben öncelikle ‘çocuk ve aile’ ile görüşmelerin yapılmasından yanayım. Altta yatan sorunun önünü ilaçla kesemezsiniz. Ben hiperaktiviteyi şöyle tanımlıyorum: Ortada mevcut bir hastalık var ama onun ne olduğunu bilmiyoruz. Hiperaktiviteyi o hastalığın ateşi olarak düşünmek gerekiyor. Hasta bir çocukta ateş bir belirtidir bunu tüm aileler bilir. Hiperaktivite de tıpkı böyle bir şeydir.
İlaca karar vermeden önce de çocuk üzerinde iyi bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Günlük hayatta, sosyal hayatında, evin içinde neler olup bitiyor anlamak önemlidir. İlaç tek başına yeterli değildir. İlacın yanı sıra, çocuğun ve ailenin dünyasında neler olup bittiğine derinlemesine bakmak gerekiyor. Hiperaktivitenin kökten çözümü için terapiler çok mühimdir.
Son yıllarda aileler hangi konularda size danışma ihtiyacı duyuyor?
Son beş yıla kadar hiperaktivite çok yoğundu. Gene hiperaktivite devam ediyor ama yanına bir de şimdi dikkat dağınıklığı eklendi. Dikkat dağınıklığıyla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Şöyle bir düşünün: Canınızın sıkıldığı, kafanızın bayağı bir sorunla meşgul olduğu bir anda, elinizde bir kitap var ve onu okumaya, anlamaya çalışıyorsunuz. Kafanızın yoğun olduğu o sırada, muhtemelen siz döner döner aynı sayfayı defalarca okuma gereksinimi duyarsınız öyle değil mi? Şimdi burada sizin dikkatiniz dağınık mıdır, değil midir? Dağınıktır tabi. Çünkü sizi meşgul eden, çözmeniz gereken bir sorun vardır aklınızda. Huzurlu değilsinizdir, rahat değilsinizdir. Henüz elinizdeki kitabı okumaya hazır değilsinizdir. Dikkat dağınıklığı işte çocukta da böyledir. Bana gelip diyorlar ki: ‘Çocuğumuzda dikkat dağınıklığı var mı?’ ‘Eğer siz anne baba olarak var diyorsanız bunun altında yatan ne var ona bakmak gerekir’ diyorum ben de.
Siz bu artışı neye bağlıyorsunuz?
Aile bir sistemdir. Sistemin bir bölümünde sorun varsa, işler yolunda gitmiyorsa sistemin diğer parçaları da bu sorundan etkilenir. Aile üyelerinin birinde stres varsa bu ister istemez ailenin diğer fertlerine de yansır. Doğal olarak da bu durum, karı-koca ilişkilerine, anne-baba-çocuk diyaloglarına yansıyor. Ve genellikle de sistemin en savunmasız halkası olarak çocuk, aile içindeki bu huzursuzlukların kendi dünyasında yarattığı sıkıntıları, dışarıya dikkat dağınıklığı veya hiperakitvite olarak yansıtıyor.
Aileler kimi zaman kendi gerçekleriyle yüzleşmek istemediğinden veyahut da problemin kendi içlerinden kaynaklanabileceği düşüncesi akıllarına gelmediğinden, sorunu yalnızca çocuğa yükleyebiliyor. Çocuğun başarısızlığını veyahut da aşırıya kaçan davranışlarını tek bir hastalık adına bağlamak “hiperaktivitesi var onun için böyle” demek çok daha kolay. Bir yandan da çocuk etiketlenmiş oluyor ve kendi içinde bir de bunun getirdiği duygusal yükle başetmeye çalışıyor.
Çiftler aile içindeki sorunlarını çözmediklerinden çocuklarına bu sorunlar hiperakitvite olarak mı yansıyor? Buradan bu sonucu çıkarabilir miyiz?
Böyle bir genelleme yapmak oldukça zor. Hepsi olmasa bile, bir kısmının sebebi bu olabilir. Bir sürü şey olabilir belki de. Çocuk kaygısını, sıkıntısını yetişkinler gibi çoğunlukla içe kapanarak göstermez.
Çocuğun etiketlenmesine dönersek: ‘Dikkati dağınık olduğu için başarısızdır bu çocuk.’ Yok böyle bir şey aslında. Öğrenme dediğiniz zaman, onun ciddi duygusal temelleri vardır. Temeller es geçildiği için, bütün olay dikkat dağınıklığı denilen bir şeye bağlanıyor. O ne ama? Nasıl giderilir? Tedavisi nedir? Hiç buna bakılmadan ‘dikkati dağınık olduğu için, çocuğumuz başarısız’ denilebiliyor.
Çocuk açısından baktığımızda, ‘ben eksiğim, yanlışım’ ya da ‘benim de mazeretim var’ deyip işin içinden çıkabiliyor. Bir süre sonra çocuk da tıpkı ailesi gibi, ‘dikkatim dağınık ben bunu başaramam zaten’ demeye başlıyor. Peki ama o zaman kim değişecek?
Hepimiz çocuklarımızı çok seviyoruz; herkes çok yüksek bir performansla anneliğini babalığını sergilemeye çalışıyor. Birçok anne baba, çok iyi niyetli ve gerçekten takdire şayan, ciddi emek sarf ediyor çocukları için. Fakat gerek ebeveynlik gerekse karı-koca ilişkilerinde bir şeyler yolunda gitmiyorsa orada kendimize karşı samimi olmakta fayda var. Yeri geldiğinde bir yardım sürecine girmek çıkmak önemlidir. Bu gayet de insanı rahatlatan bir şeydir. Dikkat ederseniz, bir girip çıkmak diyorum senelerdir danışmanlık hizmeti alın demiyorum.
Hırçın ve agresif çocuk sayısı da artıyor gibi...
Evet bana gelen aileler arasında çocuklarının öfkeli ve hırçın olmasından şikayet eden birçok aile de var. Daha çok arkadaş ilişkilerinde sorun yaşayan çocuklar bunlar. Sosyal olmayı beceremeyen ya da tam tersi, içe kapanık çocuklar olabiliyor. İçe kapanık çocuklardan çok, dışa dönük ama sosyal olmayı beceremeyen, arkadaşlarıyla uyumlu bir ilişki kuramayan çocuk sayısı bir hayli fazla.
Sizce bunun sebebi ne olabilir?
Çünkü günümüzde anne babalar çocuklarını çok fazla doyurmaya çalışıyor. Yani üzülmesine tahammül edemeyip hiçbir şekilde, hiçbir eksiği olmasın, her şeyi tam olsun, ne istiyorsa yapayım demelerinin sonucudur bu durum aslında. Bu çocuğa yapılabilecek en büyük haksızlıktır bence. Oysa çocuk bir şeyi elde edemediği zaman bir parça üzülsün ki deneyimlesin, tecrübe edinsin.
Bir çocuk için en güvenli yer neresidir? Küçükken annesinin babasının yanıdır öyle değil mi? Çocuk üzüldüğünde anne babası okşar, sever, yatıştırır bir şekilde. Çocuk da aldığı bu destekle olumsuz duygulanımının üstesinden gelir, halleder. Çocukların günümüzde bunu deneyimleme şansları olmuyor maalesef. O zaman arkadaşından onu yatıştırmasını bekliyor ama o da çocuk ve bunu yapamıyor.
Anne babalar tamam çalışıyorlar. Vakitleri yok, çok yoğunlar. Ciddi bir koşuşturma içindeler. Bu şehirde koşuşturma ve mücadele inanılmaz boyutlarda ve yorucu. Dolayısıyla şehir hayatının getirmiş olduğu hengamenin içinde o çocuğa ne oluyor, ne bitiyor, ilişkilerinde ne var, ne eksik bunlara bakmak aile için ciddi sorun olabiliyor. Aslında anne babalar çoğu zaman kendilerine zaman ayıramıyorlar onlar mutsuz olunca çocuklar da mutsuz oluyor.
Göz ardı edilen sorunlar, çocuk küçükken daha kontrol edilebilir durumdayken ergenlikte bir anda sorunlar yumağı olarak ailenin karşısına çıkıveriyor. Çocuk küçükken, onun sevimliliğine verilirken, daha küçüktür, büyüyünce değişeceğine bağlanırken bazı olumsuz davranışları, ilerleyen yıllarda başedilemez bir hal alabiliyor. Birçok ergende karşılaştığımız problemlerin temelinde bunlar yatıyor.
Engellenme eşiği çok düşük, sosyal uyumu iyi olmayan, arkadaşlarıyla ilişki kurmakta zorlanan çocuklar, biraz biri ters bir laf etse ya öfkeyle ya da ciddi bir çökkün durumla duygu kontrolünü yapamıyor.
Özet olarak şunu söylemek istiyorum: Bir sorun varsa onu fark ettiğiniz, hissettiğiniz andan itibaren çözüm yolları aramaya başlamalısınız. Sorunu görmezden gelip ileriye attığınız zaman daha da kronikleşebiliyor ya da çocuk büyürken soruna başka sorunlar da eklenebiliyor. O zaman başa çıkmak daha da zorlaşıyor.
Ergenlik döneminde ailelerin yaşadığı en büyük sıkıntı ne?
Ergenlik hem biyolojik hem de psikolojik yönden değişimlerin olduğu bir dönem, artı bir de geçmişten taşınan sorunlar sürece dahil olduğunda, o zaman olay daha da başka boyutlara taşınabiliyor.
Şunu söylemek istiyorum: Evet, hayattayız, bir aile kurmuşuz, anne baba olmuşuz çok güzel bir çocuğumuz da var. Ama hayatta sorunlar da var. Ve var olan sorunlarla bir şekilde başa çıkmak gerekiyor. Belki sorunsuz bir hayat bekliyoruz ama öyle olmuyor.
Açık yüreklilikle, terapiye gittiğiniz insana ve kendinize güvenerek hareket ettiğinizde çözülemeyecek hiçbir problem yoktur. Benim dikkatimi çeken, sorun çok geç fark ediliyor ya da müdahale etmekte geç kalınıyor, bu arada çok vakit geçiyor ve olay daha da büyüyor. Doğal olarak da o zaman problemi toparlamak pek de kolay olmuyor.
Ergen ile ailesi arasında en çok hangi problemler yaşanıyor? Ailelerin bu süreçteki tutumu nasıl olmalı?
Aile içinde günlük hayattaki sınırlandırmalarla ilgili sorunlar olabiliyor. ‘Yapamazsın, gidemezsin’ gibi daha çok bu tip problemlere rastlıyoruz. Rapta zapta almak, saatler, zamanlar, kısıtlamalar ergenleri bunaltabiliyor.
Bunun dışında, ergenin kendi ruh haliyle ilgili, yoluna sokmaya çalıştığı meseleleri var. Hayatı sorguluyor. Gelecekte onu ne bekliyor, nasıl biri olacak? soruları akıllarını meşgul edebiliyor. Öğrenmeyle ilgili sorunlar yaşayabiliyor. Dikkatini toparlamakta zorlanabiliyor, hayallere dalıyor. Ergen için sosyal hayat, arkadaşlar daha önemli olmaya başlıyor ve kendi kimliğiyle ilgili uğraşları çok olduğu için enerjisini derslerine veremeyebiliyor. Aile, çocuğunun derslerdeki başarısı düştüğünde doğal olarak endişeleniyor. Ve bunun sonucu olarak da ergen ile ailesi arasında çatışmalar, problemler baş gösteriyor.
Çocuğun her yaptığı sıradışı hareket ergenlik sürecine mi bağlanmalı? Hangi durumlarda aileler dikkatli olmalı?
Tabi ki çocuğun her yaptığı ergenliğe bağlanamaz. Ayrıca ergenlik dönemi illa sorunlarla dolu geçecek diye bir şey de yok. Çok içe kapanması ya da sizden bir şekilde fazla uzaklaşması üzerinde durulmalıdır. Çocuğun söylediklerine ve söylemeye çalıştıklarına karşı duyarlı olsunlar. Arkadaşlarını ve gününü nasıl geçirdiği hakkında fikirleri olsun.
Ergenlik döneminde anne babasına vuran, küfür eden çocuklar olabiliyor. Aileler bunun önüne nasıl geçebilir?
Ergen bir şekilde ayrışmaya çalışıyor. O ayrışmayı da sağlıklı veya kimi zaman sağlıksız bir şekilde yapmaya kalkar. Bu davranışlarda bulunan çocuğa karşı ebeveynleri, belki aşırı müdahalecidir ki, her şeyi o kadar çok kontrol ediyordur ki ergen onu kendinden uzak tutmak için şiddete ve küfüre başvuruyordur. Bu sözel şiddet veyahut da davranışsal şiddet şeklinde olabilir. Ya da anne baba çocuğun karşısında çok güçsüz duruyor olabilir.
Her ne olursa olsun ergenin karşısında anne baba gibi, bir yetişkin gibi durmak gerekiyor. Gerektiğinde kendisine ‘hayır’ diyen, gerektiğinde şefkatli kollarıyla onu sarıp sarmalayan birilerinin olduğunu bilmesi lazım. Bu, ergene güven verir zaten.
Normalde sağlıklı bir ilişki içinde bu tür durumlar ya hiç yaşanmaz ya da çok az yaşanır. Özellikle vurmak konusunda ister küçük olsun ister büyük olsun hiç fark etmez, çocuğunuzun size vurmasına kesinlikle izin vermemelisiniz.
Örneğin, her istediğinin olmasına alışkın çocuk, hayal kırıklığına uğradığında vuruyordur. Çünkü günümüzde sınırsız çocuklar yetişiyor. Daha sonra da bu çocuklara hiperaktivite tanısı konuluyor. İlaç verilerek sorun bir şekilde bertaraf edilmeye çalışılıyor. Fakat çocuk ilacı alsa da bildiğini yapmaya devam ediyor çoğu kez. Yani çocuğum hep mutlu olsun, üzülmesin, sıkılmasın yaklaşımı doğru ve sağlıklı bir tutum değildir. Çocuklar yeri geldiğinde üzülecekler de sıkılacaklar da. Sıkıntıyla nasıl başa çıkılacağını kendilerinin deneyimlemeleri gerekiyor.
Son zamanlarda çocuk 8-10 yaşlarındaysa ve çevresiyle uyum sorunu yaşıyorsa, anne babasına veyahut da birine şiddet uygulamaya kalkışıyorsa “ön ergenliğe girdi” denerek hemen soruna bir kılıf uyduruluyor. Böyle bir şey yok.
“Dikkat dağınıklığı var, hiperaktivitesi var, ön ergenliğe girdi” sözleri çocuğun mevcut problemini göremeyen, belki de görmek istemeyenlerin sıklıkla kullandığı tanımlardır. Çocuğun vurmasının bir başka sebebi de o güne kadar çocuk hep vurmuştur ve bu nedenle de vurmaya devam ediyordur. Yani vurmaya o gün başlamamıştır. Çocuk büyüyünce, kuvveti artınca şimdiki vurduğuyla daha küçükken vurduğu aynı olmuyor tabi. Ebeveynlere bu gibi durumların ileride karşılarına büyük bir sorun olarak çıkmaması için, daha hassas olmalarını öneririm.
Çocuk ergenlik dönemindeyken boşanmalar da fazla sanırım...
Ergenliğe adım atarken, yani çocuk 11-12 yaşlarındayken, ailelerde boşanmalar olabiliyor tabi. Anne-babanın boşanma kararı çocuğun ergenlik dönemine denk gelebiliyor. O zaman mevcut sorunlarının üzerine yeni bir sorun eklenmiş oluyor. Bunun örneklerine günümüzde sıklıkla rastlıyoruz.
Bir de, ergenin sorgulamalarının başladığı bu dönemde, anneler babalarda 40’lı yaşlarına gelmiş oluyor. Onlar da aslında bir hayat dökümü yapıyorlar kendileriyle ilgili. ‘Bu hayatta istediklerimi yapabildim mi? Gerçekleşti mi? Gerçekleşmedi mi?’ gibi o güne kadar ki yaşadıklarını sorgulamaya başlıyor. Dolayısıyla aile içinde karşılıklı bir çatışma ortamı doğabiliyor.
Peki ne yapmak lazım?
Ergenlik çağına gelmiş bir çocuğunuz varsa, kendi ergenliğinizi hatırlamakta fayda var. Ben o dönemde ne yaptım? Neler yaşadım? Neler hissettim? Sorunlarla nasıl başa çıktım? Annem babam bana nasıl yaklaşmıştı? Nasıl yaklaşsa daha iyi olurdu? Neye ihtiyacım vardı? gibi soruları kendilerine yöneltsinler. ‘Benim geçmişimde ne oldu?’ bunlara bakabilirler. En azından önlerindeki ergenin dünyasını anlamaları açısından faydalı olacağı kanaatindeyim.
Aile nasıl bir yaklaşımda olmalı?
Ailelerin dikkat etmesi gereken en önemli husus, ergenin kendilerinden uzaklaşmasına sebep olmamaktır. Bu nedenle, çocuğa karşı keskin duruşlar sergilenmemeli. Çok keskin, çok net ve çok sert olmamak gerekiyor. Çünkü bu tür yaklaşımlar, elimizi ayağımızı bağlayan duruşlar oluyor çoğu kez.
Ergen tabi ki uzaklaşacak, tabi ki bir ayrışma olacak. Ergenlik bir anlamda bir ayrışma, ayrılma dönemidir zaten. Artık iyice cinsel, ruhsal kimlik ve sosyal anlamda ayrı bir birey olarak ayrışma halindedir. Ayrışmayı yaparken de anne babalar olarak ona yardımcı olmamız lazım. Keskin, sert, bir daha geri dönüşü olmayan sözlerle konuşmamak gerekiyor. Sınır olmak durumunda fakat bu sınırın nasıl konduğu önemli.
Peki sınırlar nasıl doğru belirlenebilir?
Sınırın dili, içeriği, havası, kokusu önemlidir. Net olunmalı ama asla şiddetli sınırlar konmamalı . İki ucu keskin olmamalı. Net olup bunun bir geçici dönem olduğunu düşünüp ona göre duruşumuzu belirlemeliyiz. Çocuk hayatta tecrübesiz. Ona var olan bütün benliğinizle destek olmaya dayalı, tamamiyle iyi niyetli bir duruş sergilemek gerekiyor bu süreçte.
Kişisel çatışmalara kesinlikle girmemek gerekiyor. Bu konuşmayı yaparken de ‘ya sev, ya terk et’ gibi bir duruş sergilemek değil kastettiğim. Ortamı germeye gerek yok. Sağlam ve net durmak önemli.
Tabi sağlamlık kesinlikle şiddetle sağlanmamalı. Karşısında sağlam durup ne istediğinizi, ondan ne beklediğinizi açık ve net konuşmalısınız. Bir kere, çocuğun gitmesine ve dönmesine müsade etmek gerekiyor. Kapıyı asla kapamayacaksınız. O, ne zaman isterse bilecek ki orada annem babam var, onlardan yardım alabilirim.
Sınırlamalarla ilgili sorunlar da daha çok ailenin bu konuya anlayışla yaklaşmamasından kaynaklanıyor. Anne-babanın çocuğu, çocuğun da anne babasını anlaması gerekiyor. Bunu en iyi şekilde çocuğunuza düşüncelerinizden bahsettiğiniz kadar duygularınızdan da bahsederek başarabilirsiniz. Çocuğunuza duygularınızdan bol bol bahsedin. ‘Korkuyorum, üzülüyorum bunlar bunlar olabilir diye endişeleniyorum’ gibi samimi ve içten konuşun.
Sınırlamaları belirlerken nelere dikkat edilmeli?
En başta, güvenlik meselesi gelir. Yani, çocuğum güvende midir? Çocuğumu tehlikeye atacak bir durum söz konusu mu? Gideceği, geleceği yer, ulaşımı, can güvenliğini, sağlığını tehlikeye atan bir durum mu? Öncelikli sınırlamalar can güvenliğinin ve sağlığının korunması üzerinde konulmalıdır. Bunun dışında çocuğu çok fazla kurallara boğmanın da pek bir anlamı yok. Sonrasındaki sınırlamalar her çocuğa ve her aileye göre değişebilir tabi.
Birçok duyguyu yüklediğimiz varlıklarımız çocuklarımız olmasına karşın, biz anne babalar olarak onlara duygularımızdan bahsetmeyi hep atlıyoruz galiba...
Çok atlanıyor maalesef. Oysa bütün olay duygularda bitiyor zaten. Duyguyu ergen anlar, hatta ona güvenli de gelir. ‘Annem babam bana duygularından bahsediyorsa, ben de onlara kendi duygularımdan bahsedebilirim’ diyebilir. Unutmayın, siz nasıl yaklaşırsanız o da size öyle yaklaşır.
Ergenlik illa bir hastalık değildir. Ama insan hayatında önemli geçiş dönemlerinden biridir. Bu nedenle, dönem özelliklerini göz ardı etmeden, çocuğunuzun kişiliğine ve aile yapınıza uygun, sağlam duruşlar sergilemelisiniz.
“Çocuğumla arkadaş gibiyiz” yaklaşımı doğru bir ebeveyn duruşu mudur?
Çocukla anne-babası arasında arkadaşlık olmaz. Çocuğun arkadaşı olmak yerine, anne-babası olunmalı. Çünkü onun her şeyden önce bir anne babaya ihtiyacı var. Çocuğun arkadaşları var zaten. Sizi niye arkadaş olarak seçsin ki? Siz anne baba olarak zaten bir arkadaşlığın gereklerini yerine getiremezsiniz.
‘Ben çocuğumun her hareketini, her yaptığını bilirim’ diyen anne babaların sayısı da azımsanmayacak boyutta....
Çocuğun da özelinin olması lazım. Buna saygı duyulması gerekiyor. Tabi ki gözünüz kulağınız çocuğunuzun üzerinde olmalı. Fakat bunu istilacı olmadan, kontrollü bir şekilde yapmalısınız. Çocuk, ergen hiç fark etmez onun da kendine ait bir dünyası vardır. Bizler birbirimizin hayatına müdahale etmeye, birbirimizin her şeyini bilmeye biraz fazla meraklıyız. Bu nedenle, bu duruşumuzun çok iyi bir yaklaşım olduğunu zannediyoruz. Çocuğu biraz rahat bırakmakta fayda var.
Günümüz çocukları adeta kurs delisi. Çocuk bir kurstan öteki kursa taşınır; özel dersler, dil öğrenme, müzik, bale, yüzme falan filan derken çocuklar bağımsız etkinlik düşünemez hale geldi. (Tabi bu durum şehirde yaşayan bazı çocuklar için böyle.) Hafta içi okul, hatfa sonu kurslar derken, anne-baba ve çocuk arasındaki iletişim birlikte yenen yemekten öteye geçemiyor çoğu zaman. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Çocuğum çok yetenekli olsun, çok zeki olsun ve çok donanımlı olsun. Herkes bunu istiyor. Çocuğunuzu mu yazdırıyorsunuz, kendi anneliğinizi babalığınızı mı yazdırıyorsunuz bu kurslara, bunu çok iyi değerlendirmek gerekiyor.
Çocuk seçmeyi öğrenmeli. Dört dörtlük yapalım çabası içinde çocuğun becerileri, istekleri, arzuları göz ardı edilebiliyor. Çocuk, şehir hayatında zaten çocukluğunu yaşayamıyor. Anne baba öyle büyük bir iddianın içine giriyor ki bu durum hem çocuklarına hem de kendilerine bir zaman sonra büyük yük oluyor. O iddia da tabi onlara çocuk bir parça başarısız olduğunda sorun olarak geri dönüyor.Ve aile ciddi bir çökkün durumla karşı karşıya kalıyor.
Mesela oyun oynayamayan çocuklar var. Çünkü o güne kadar ona her şey dayatılmış, sunulmuş, önerilmiş hep. Hadi kendi kendine bir oyun oyna dediğinizde durup bakıyor size. Çocuk oynasın, zıplasın biraz canı sıkılsın, evinde biraz televizyon izlesin, bırakın çocuk çocukluğunu yaşasın.
Aileler çocuk yetiştirirken en sık hangi hataya düşüyorlar?
En sık yapılan hata, ailelerin çocuklarının, evin içinde olan şeyleri hiç hissetmiyor, duymuyor, anlamıyor sanmaları. Oysa çocuklar evin içinde olan her şeyin farkındadır. Onlar sadece yaşananları biz yetişkinlerin anlattığı biçimde anlatamazlar. Aile içinde ne olup bittiğini sezerler. ‘Bu ailede işler yolunda pek gitmiyor’ derler kendi kendilerine. Ama böyle dile getirmezler. Onlar daha çok davranışsal olarak dile getirirler.
Belki anne babaların şunu hiç unutmamaları gerekiyor: Anne babanın ruhsal dünyasında ne olup ne bitiyorsa bunların illa dile getirilmiş, söylenmiş, konuşulmuş şeyler olmasına gerek yok; çocuk bunları bilir ve hisseder.
Biz anne babalar çocuğumuzla olan ilişkilerimizde aksayan bir durum söz konusu olduğunda, uzman seçerken neye göre bir seçim yapmalıyız?
Öncelikle alanında uzman kişilerin olması gerekli tabi. Başvurduğunuz kişi psikiyatrist, psikolojik danışman, psikolog olmalı. Güvendiğiniz eş, dost referansları da size yardımcı olacaktır. Gideceğiniz uzmanın çalışma alanları ve yaklaşımı ile ilgili küçük bir araştırma yapabilirsiniz. İlk görüşme önemlidir. Sürecin nasıl devam edeceği ile ilgili sorularınız varsa bunları sormalısınız. Size yardımcı olabileceği konusunda güven duyarsanız devam edebilirsiniz demektir. Psikolojik yardımın etkili olabilmesi için zamana ihtiyaç vardır, süreklilik önemlidir.
“Anne Çocuk Grup” çalışmanızdan biraz bahseder misiniz?
Anne-babalar çocuklarını büyütürken, çocuğun psiko-sosyal gelişimiyle ilgili konularda bilgi ve kendi duruşlarına dair geliştirici destek almaları bu ilişkiyi olumlu yönde etkiliyor. Bu anlamda Anne-Çocuk Grup çalışmasının çok faydalı olduğunu görüyorum. Anne-çocuk arasında sorunların oluşmasını önlemek ve farkındalık adına yapılan bir etkinlik olarak özetleyebilirim kısaca. İki ayrı dünyayı, psikolojik yardım yaklaşımlarımızla inceleme fırsatımız oluyor. Onlarla birlikte psikodrama ve sanat yöntemiyle bu grup çalışmamızı yapıyoruz.
Bu grup çalışması sırasında, annelerin hem diğer annelerin anne-çocuk ilişkilerini gözleme şansı oluyor, hem de gruptaki herkesin birbirinden öğrendiği çok şey oluyor.
Tamamiyle ilişkisel bir etkinlik olan ‘Anne Çocuk Grubu’na isteyen herkes katılabilir. İlla ortada bir problem olması gerekmiyor. Daha çok anne-çocuk ilişkisinin kalitesine, daha bilinçli anne olmak adına yapılan bir çalışma.
Grup çalışmalarına anne ve çocukları aynı anda geliyor. 4-6 çift anne ve çocuk katılıyor. Toplam 12 seans. Her hafta bir seans gerçekleştiriliyor. Bazı seansları yalnızca annelerle yapıyorum. 1 seans yaklaşık 1,5 saat sürüyor. Tabi grup çalışması olduğu için, isteğe ve ihtiyaca göre de süre değişiklik gösterebiliyor. Çalışmada, psikodrama ve art terapi teknikleri kullanıldığından, oldukça hızlı ve etkili farkındalıklar yaşanıyor. Önemli bir bilgi de grup çalışmalarının bireysel görüşmelere göre daha ekonomik olmasıdır.
Neden bu grup çalışmasına katılmalı aileler?
Grup çalışması anne ve çocuğun ruhsal gelişimi ve ilişkileri üzerinde oldukça etkili oluyor. Ortada illa bir sorun olması gerekmiyor. Gelişim için ve daha sağlıklı ilişkiler açısından bu tür çalışmalar oldukça önemli. Ayrıca psikodrama ve sanat terapi yöntemleriyle “aile” ile de çalışıyorum. Aile üyelerinin katıldığı bu çalışmalarda da amaç, sorunlar olmadan, oluşmadan daha sağlıklı ilişkileri devam ettirebilmek.
Günümüzde panik atak sorunu yaşayan kişilerin sayısı bir hayli fazla. Bu nedenle endişe, panik gibi duyguları daha yoğun yaşayanlara yönelik bir grup çalışması başlatacağım. Panik atak gibi bir meseleyi bir grubun içinde desteklemenin ve çözmenin daha etkili olduğu kanısındayım. Buradan duyurmak istedim bunu da.
İlgilenenler ve merak edenler için sordum Nilgün hanıma bu grup çalışmalarının ücretlerini. Anne Çocuk Grup çalışmasının seans ücreti 150 TL, panik atak gruplarının ise 120 TL'ymiş. Detaylarını, Agape Danışmanlık Merkezi’nden (0216 566 06 84) öğrenebilirsiniz.
Çocuk yetiştirmenin en önemli noktası sanırım, koşulsuz olarak sevgi göstermek ve onu olduğu gibi kabul etmek. Çocuğun ilgi, sevgi ve güven ihtiyacını karşılamak tüm sorunların üstesinden gelmeye yeter de artar bile. Çocuğu doğru tanımak, üstün ve zayıf yönlerini keşfetmek ona kendi muhakeme gücünü kullanmayı öğretebilmek öncelikli anne baba görevlerimizden olmalı.
Değerli açıklamalarıyla bizleri aydınlatan Uzman Psikolojik Danışman Nilgün Sarı'ya hepimizaileyiz.com ailesi olarak teşekkür ederiz.
Ekim 2012
Röportaj: Cansu BULDU ÇAN
Dikkat: Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kopyalanamaz, hiçbir şekilde kullanılamaz.