Terapist Ebru Tuay Üzümcü: “Mutlu Bir Aile Şans Eseri Değil, Bilinçli Çaban
Her genç kızın hayalidir vakti zamanı gelince, gönlüne göre birini bulup mutlu bir yuva kurmak. Nihayetinde ve başında mutluluk vardır hep… Fakat dönüp etrafımızdaki evli çiftlere baktığımızda çok sık rastlamadığımız bir durumdur bu. Çoğu çiftin gözünde bir bıkkınlık, bir alışılagelmişlik almış başını gidiyor. Oysa aşkından deli divane olduğumuz, onunla konuşmadan bir an bile duramadığımız insan artık yanı başımızdadır; peki öyleyse biz niye mutlu değiliz? Bastırdığımız düşüncelerimiz, isteklerimiz mi bizi mutsuz eden yoksa kendimizi eşimize doğru ifade edemeyişimiz mi?
Aile ve Evlilik Terapisti Ebru Tuay Üzümcü’yle mutsuz evliliklerin nedenlerinden, anne ve babaların çocuk yetiştirirken nelere dikkat etmeleri gerektiğine kadar çoğu aileyi yakından ilgilendiren birçok konuyu konuştuk. Adeta bir terapiyi andıran bu söyleşide her çiftin çıkarabileceği birçok önemli husus var. Ebru Tuay Üzümcü’nün dediği gibi: “Mutlu bir aile şans eseri değil, bilinçli çabanın eseridir…”
Boşanmak istemiyorum, eşimin evine geri dönmesini istiyorum diyen eşlere neler tavsiye edersiniz? Bir eş nasıl yeniden yuvasına nasıl geri döndürülebilir?
Eğer biri bana gelip tek başına bu soruyu sorarsa sorunun beni ilgilendiren kısmı şu olur: “Senin için neden önemli onun geri dönmesi?” Bu bahsettiğiniz bireysel terapiyle alakalıdır artık. Çünkü bir kişi kendi yaşamındaki problemle ilgili bir şey soruyor. Ben o gelen kişiyle bir takım olup gideni geri getiremem. Öyle bir çalışma yok. Aile terapisi olacaksa, terapiye karı koca gelmiş olmaları lazım. O zaman ilişki üzerinde çalışılabilir. Bir kişinin üzerinde doğrudan ilişkiyle ilgili çalışma olmaz.
O kişi belki bireysel terapi alarak, kendini karşı tarafa daha iyi, daha anlamlı, daha olumlu nasıl ifade edebileceğini öğrenir. Böylece söylenmemiş sözler veya yanlış anlaşılmışlıklar nasıl daha net bir hala gelebilir ve bu yeni ortaya çıkan resim gitmiş olan tarafı ilgisini çeker mi? Bunları keşfetme olanağı olabilir bireysel terapiye gelen kişinin. Eşim beni terk etti de onu geri getirmek adına değil, o kişinin içinde bulunduğu durumu daha iyi anlamasına, kavramasına ve mevcut durumla baş etmesi konusunda beceriler geliştirmesine yardımcı olmak için gerekli ve önemli terapi.
Günümüzde özellikle de kadınlar eşlerini kaybetmemek için yaptıkları bazı yanlışlara göz yumabiliyorlar. Sizce bu doğru mu?
Bunu, “Ben yeterince süslenmedim” veya “Onun cinsel arzularını tatmin etmedim”, “O, zaten babasından da böyle görmüş…” diye bir tek sebebe bağlarlarsa sadece olayın üzerini örtmüş olurlar. Dolayısıyla da kendilerini kandırmış olurlar. Ve bir zaman sonra bu veya başka sorunlar kesinlikle tekrarlanır.
Burada önemli olan bu durumu şu şekilde ele alabilmek: Bizim ilişkimizde ne eksik ki böyle bir sorunla karşı karşıyayım? Sadakat mi, güven mi, dostluk mu, cinsellik mi vs. gereğince yaşanmıyor bu evliliğin içinde? Bu toprağın neyi eksik onu bulabilmek asıl meseledir; kili mi, nemi mi?.. Önemli olan burada; “Bu bir hataydı oldu bitti” deyip üzerini örtmek değil, bunu sorunların bir işaret olarak görmek gerekiyor.
Bu, bir alarmdır. Bir alarm çaldı ve buradan kaçıp gitmeyecek ve kalmaya devam edeceksek o zaman bir tatbikat yapmamız lazım. Ve ona göre hayatımızı yeniden düzenlememiz gerekecek. Bu şekilde üzerine eğilip çalışırlarsa, çiftler, birbirinden uzağa itildikleri durumları, şartları anlamaya istekli olurlarsa, ancak o zaman bu gibi sorunların tekrarlanmayacağı bir ilişkinin temellerini atabilirler. Ama bunun dışındakiler sadece günü kurtarır. Birtakım endişeleri baskılar, ta ki bir sonraki krize kadar.
"Kendi egosuyla yüzleşmiş ve
bunun farkında olan insanlar
mutlu evlilikler yapabilir. "
Kişi, eşinin yaptığı hatalarını affetmiyor, onu kendine eş değil, yalnızca çocuğuna baba sıfatıyla var olmasını seçiyorsa evliliğin içinde…
Eğer bir kadın kocasını koca olarak görmüyorsa, koca karısını eş olarak görmüyorsa o ilişki zaten bitmiştir. Çocuğunun sağlıklı gelişmesi bir değerdir. Kişinin kendisi için bu evliliğin ne ifade ettiğini düşünmesi gerekiyor. “Evliymiş” gibi olmaz. Evliymiş gibi, sorun yokmuş, mutluymuş gibi davranılarak, çocuklar için sürdürülemez evlilikler… Çocuklar bunu yemez. Çocuk dediğiniz tam teşekküllü bir insandır. Onun da sezgileri var. Atmosferi tamamen solur. Ve soluduğu atmosferde güven mi var yoksa güvensizlik mi var hepsinin farkındadır. O atmosferin içerisinde barış duygusu mu hâkim, huzur duygusu mu h kim yoksa gerginlik, çekişme mi var hepsinin farkındadır. Bütün bunları nefes aldığı havayla soluyor çocuk. Her yaş grubu anne baba arasındaki bu durumu fark eder. Siz çok sinirli ve gerginseniz bu haliniz çocuklara da yansır. O yüzden sadece çocuklar var diye evliliği yürütmek son derece yanlış bir tutumdur.
“Ben kendi hayatımdaki problemlerle yüzleşecek cesareti gösteremediğim için çocuklarımızın varlığının arkasına sığınarak bu sorunu örtüyorum” demekten başka bir şey değildir bu. Çocukların üzerine bu kadar yükü yüklemeyi haksızlık olarak görüyorum. Çünkü anlaşamayan bir çiftin beraber var olmalarının sorumluluğu, çocuğun üzerine yüklenmiş oluyor bir şekilde. Çocuğunuza “Sen varsın diye ben babandan ayrılmadım” diye söyleyin veya söylemeyin sonuç itibariyle çocuğun da zaman içinde çıkaracağı sonuç buna benzer olacak. “Ben varım diye ayrılmadılar.” Dolayısıyla böyle bir yük, hayattaki böylesine önemli bir seçim nasıl bir çocuğa yüklenebilir?
Hangi kadın ve hangi erkek tipi çok rahatlıkla eşini elde tutar, onu kaybetme durumu yaşamaz? Mutlu evlilik nasıl olur?
Kendi egosuyla yüzleşmiş ve bunun farkında olan insanlar mutlu evlilikler yapabilir. Çünkü ben varım diyebilmeniz için egonuzun varlığının farkında olmanız gerekir. Yani ben ne yapmak istiyorum, neden hoşlanıyorum, neden hoşlanmıyorum bunları eşinize söylüyor olmanız çok önemli. Her söylemediğinizde ezilirsiniz çünkü. Bununla birlikte bir o kadar da sen varsın diyebilmek lazım. Nasıl ki ben varım, kendi isteklerim, arzularım var aynı şekilde sen de varsın. Senin isteklerin, senin arzuların da var. Ve ben onlara da aynı derecede duyarlı olabilirim diyebilmek için de egonuzla yüzleşmiş olmanız lazım. Yani hoşunuza gitmeyen bir durumda karşılaştığınızda bunun hangi değerinize dokunduğunu anlayabilmeniz için dönüp kendinize bakabiliyor olmanız lazım. Aksi takdirde sürekli suçlamalarda bulunursunuz eşinize karşı: “Sen zaten beni düşünmüyorsun”, “Kaç kere sana söyledim oraya gitmeyelim diye”, “Evlilik yıldönümümüzde beni getire getire buraya mı getirdin?!” şeklinde sürekli suçlamalar olur.
Egosuyla barışmamış insan sürekli suçlamalar yöneltir. Altında “Bana bunu nasıl yaparsın?!” yatıyordur çünkü; bu bir komplekstir. Oysa, egosuyla yüzleşmiş insan diyebilir ki: “Ben başka bir şey umut etmiştim ama bunu seninle paylaşmadım, paylaşmam gerekiyormuş. Ben seninle şunu yapmaktan daha çok keyif alıyorum” gibi kendisini daha rahat, sansürsüz ifade eder.
Kişinin egosunun farkında olması ve onunla yüzleşebilmesi, bununla beraber doğru iletişim yollarını biliyor olması, bu beceriyi yaşam içinde kazanmış olması mutlu evlilikler için çok önemli iki önemli unsurdur.
Peki evliliklerde kaybedilen saygıyı yeniden kazanmak mümkün müdür?
En kolay durumlardan birisidir bu benim açımdan. Çünkü evet sorunların kökleşmiş bir durumu var. Biraz uzun sürebilir eteklerdeki taşların dökülmesi ancak bütün mesele aslında bakış açısında bir farklılık yaratabilmektedir. “Birçok şeyler yaşandı ve yıprandık” diye baktığınız olayların arkasında esasında birçok deneyim var; birçok şey öğrenebiliriz bu yaşadıklarımızdan diye bakabilmeliyiz.
Eğer yaşadıklarımızdan bir şeyler öğrenebiliyorsak ve bunu hayata geçirebiliyorsak ilerleyebiliriz. Birlikte gelişmeye olan inancımız ve bu potansiyelimiz devam ettiği sürece çıkabilecek çatışmalardan korkmayız. Tabi bunun içinde beraberce çözebilme bilinci gelişmesi lazım. Bu bir vizyon meselesidir. Sorun ne demek? Sorun, çözüm üretmek için bir fırsat demek bir taraftan. Her kötü içindeki iyiyi görmekten bahsetmiyorum burada; yaşanan bir çatışmada bir sorunda birlikte karar alabilmek ve birlikte devam edebilmek için bu bir fırsattır.
Eğer bu yönde kullanılabilirse sorunlar işimize yarar. Kendi ilişki kültürümüzü oluşturabiliriz bu süreçte. Beraber karar almak ortak noktada buluşmak olarak algılanmasın. Çünkü ortak nokta dediğimiz zaman herkesin bir şeyden vazgeçmesinden bahsediyoruz. Ben kendi istediğimin birazından vazgeçiyorum, sen birazından vazgeçiyorsun ortak bir noktada buluşuyoruz gibi algılanıyor. Herkes biraz fedakârlık yapsın gibidir ortak nokta. Oysa bizim istediğimiz bu değil. Bizim çiftlerden istediğimiz, hem kendilerinin hem de eşlerinin iyi hissedeceği çözüm ne olabilir onu bulmalarıdır. ‘Ya o, ya da bu’ değil. Her iki tarafın ödünler vermediği, kendilerine uygun, beraber alternatif çözümler yaratabilmeleri gerekiyor. Burada aslında sorunlar bir fırsattır derken bunun ilişkilerimizi geliştirebilmemiz açısından fırsat olduğu anlaşılmalıdır.
Eşlerin sorunlarına alternatif üretmesi ve bunu uygulayabilmeleri çok kolay olmasa gerek…
Evet, zor. İşte o noktada görev terapistlere düşüyor. Çiftler terapilerde öğrenilebiliyor bu yöntemleri.
"Terapi sonrası çiftlerden
en sık duyduğum cümle bu:
“Üstümden bir yük kalktı.”
"Beni hiç anlamıyorsun. " "Beni dinlemiyorsun. " "Kendimi sana anlatamıyorum.” "Artık senin bu kadar duyarsız olmana dayanamıyorum" diyen çiftlerin bu sorunlarını çift terapisiyle çözmek mümkün mü? Çift terapisi nedir?
Aslında oldukça mekanik bakabilirsiniz olaya. Yani nasıl saatiniz bozulduğunda saatçiye götürürsünüz, açar bakar kendi mekanizması içerisinde sorunu gidermeye çalışır bizim işimiz de buna çok benzer. Baktığınız zaman nerede tıkanıyor iletişim görebiliyorsunuz.
Çoğunlukla insanlar kendilerini ifade etmeyi bilmiyorlar. Kendileriyle ilişkilerinde çok sağlam değiller. Çift terapisinde, önce kendilerini fark etmelerini, gerçekten içlerindeki mutsuzluğun kaynağını anlamalarını sağlıyoruz. Çoğu kez geçmişe dair bir sorunun evlilikte kendini gösterdiğine şahit oluyoruz.
Problemlerin ana kaynağı çok eski, farklı ilişkilerde yatabiliyor. Çoğu çiftte, bugün burada ifade edilen birçok problemin kaynağı daha üç yaşında beş yaşında kendi geldiği ailede şekillenmiş olabiliyor. Geçmişe dayalı bu sorunlar, kendini evliliğin içinde açık edebiliyor. Öncelikle bunu anlayabilmek bile bir rahatlama sağlıyor bize gelen çiftlerde. “Aa sorun bizden, ilişkimizden kaynaklanmıyormuş, nedeni ben değilmişim” diye düşünüp rahatlayabiliyor çiftler. “Senin bütün mutsuzluğunun sebebi ben değilmişim” diye fark ettiği zaman kişi, eşine daha çok yardım edebiliyor, daha onu kabullenici bir tutum sergileyebiliyor. Çift terapisinin bu anlamda önemli faydaları oluyor.
Önce bir kere kişinin kendisiyle ilgili aksayan şeyler nerede onu anlamaya çalışıyoruz. Daha sonra da ilişkiyle ilgili. İlişkiyle ilgili kısmında iki durum oluyor: Bir tanesi temel değerler konusu. Eğer burada bir problem varsa o çözülmesi zor bir durum. Bir tanesi diyor ki; “Evlilikte sadakat bir değerdir” diğeri diyor ki “Hayır değildir.” Bu anlamda en temel değerlerden bahsediyorum, uç noktalardan. Buna evrensel değerler diye de bakabiliriz.
Dünyanın neresinde, hangi kültüründe olursanız olun ait olma duygusu insan için doğuştan gelen bir ihtiyaçtır. Birey olmak da aynı şekilde. “Evet, biz birbirimize ait olalım. Sadece birbirimize özel alanlar olsun bu hayatta. Ama bir yandan da birbirimizden farklı olmamıza da yetecek başka alanlar da olsun. Bunun dengesini beraber kuralım” dediğiniz noktada bunun yollarını bulmak kolay oluyor. Tabi iki kişi de bunu diyorsa. Temel değerler derken bunları kastediyorum.
Mesela çocuk yetiştirirken kimi durumlarda biri çocuğun talebine “evet” derken diğeri “hayır” diyebiliyor. Bu durum o kadar önemli ki. Örneğin, birisi diyor ki: “Çok korumacı yetiştirmek lazım çocukları” diğeri diyor ki “Hayır, çıkıp dışarıya kendi ayakları üzerinde durmasını öğrenmesi, kendi mücadelesini vermesi lazım çocuğun.” Bu durumda olan çiftler temel değerlerde çatışma yaşıyor demektir. Eğer temel durumlarda çatışma varsa orada bazı sorunlar olabiliyor.
Mesela din eğitimi nasıl vereceksiniz çocuğa? Eğer karı ve kocanın farklı inançları varsa bunlar çok temel değer sorunlarıdır. O zaman bireyin tekliği ve bu teklik içerisinde dünyayı nasıl algıladığı konusunda bireylere destek vermeye çalışıyoruz. Empatiyi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz. Böylece dünyayı birbirlerinin gözünden görmelerinin önünü açıyoruz. Biz terapistlerin kolaylıkla müdahale edebildiği sorunlar da var. Örneğin iletişim sorunları. Bizlere gelen çiftlerde çok sık karşılaştığımız problemlerin başında gelir iletişim sorunu.
Temel değerlerde genellikle çok fazla sorun olmayabiliyor; ama iletişimde sorunlar yaşanabiliyor. Kendini ifade etmek, karşısındakini dinlemek çok önemli. Dinleme konusunda çok zayıf yönlerimiz var genel olarak. Özgüven olması, her bir bireyin kendi içerisinde doğrudan iletişim kurma becerisine sahip olabilmesi son derece önemli. Bu tür sorunların çözümü daha kolay olabiliyor.
Egzersizlerle, ev ödevleriyle takip ederek, terapi sırasında o durumları çiftlere yaşatarak, birebir uygulatarak onlara doğru iletişimin yollarını öğretiyoruz. Böylelikle sorunların üstesinden gelebildiklerini görüyorlar. Yaptıkça kendileriyle olan ilişkileri daha sağlam olduğundan ötürü kendilerini daha iyi hissediyorlar.
Terapi sonrası çiftlerden en sık duyduğum cümle bu: “Üstümden bir yük kalktı.” Çünkü ne kadar kendiniz olursanız, o kadar başka şey taşımak zorunda kalmazsınız. Ve siz rahatlayınca ilişki de rahatlıyor. Bunlar öğrenilebilecek olan şeyler. Zaten terapiye gelenler bunu öğrenmeye niyetli olan çiftler. Dolayısıyla çiftler karşılıklı ön kabulde oldukları için o beceriler burada takviye ediliyor ve ondan sonra genellikle belirli bir noktada gitsinler kendi başlarına biraz deneyim yapsınlar diyoruz. Daha sonra üç ay sonra tekrar görüşüyoruz.
Terapilerin uzunluğu nedir?
Çok değişken olabiliyor. Terapilerin süresi hem soruna göre, hem de kişilerin altyapılarına göre, motivasyonlarına göre değişkenlik gösterebiliyor. Genellikle ben iki haftada bir görüyorum çalıştığım çiftleri. Kimi çiftle üç ay düzenli çalışırsınız, kimi çiftle bu üç yıl sürebilir. Her ilişkiyi parmak izi gibi düşünebilirsiniz. Her ilişki tamamen kendi içerisinde bağımsız bir sistemdir çünkü.
Çift terapisinde bireysel bir sorun olduğunu gördüğünüzde nasıl bir yöntem uyguluyorsunuz?
Beraber konuşulabilecek her şeyi çiftler bir aradayken yapıyorum. Ancak bazen öyle durumlar var ki -o da bir arada konuşulamayacak çoğu kere bu geçmişte yaşanan cinsel bir istismar meselesi olabiliyor- o zaman bireysel seanslar yapıyorum. Veya çiftle gayet güzel çalışıyoruz ama çiftlerin birinde çok tekrar eden bir direnç oluyor. O zaman onu terapi esnasında paylaşıp o kişiyle tek olarak, bir veya iki seans çalışabiliyorum. Ondan sonra tekrar çift terapisine devam ediyorum. Bu biraz olayın seyrine göre değişebilir. Ama bir çift terapisinden bahsettiğimiz zaman bunun % 80’i çift olarak yapılan bir terapidir. Arada sorunun kaynağına inebilmek için bireysel terapi de yer alabiliyor çift terapisinin içinde.
Boşanma konusunda çocuğu adeta bir tehdit unsuru gibi kullanan: “Çocuğun velayeti bende sen nereye gidersen git!” diyen eşlere karşı nasıl bir tavır sergilemeli diğer eş?
Bu insanın çocuğuna yapabileceği en büyük kötülüklerden bir tanesidir. Kendi çözemediği durumda çocuğuna yaslanmak, çocuğundan nemalanmak, onu kullanmaktır… Bu bir yetişkin tavrı değil, bir çocuk tavrıdır. Bu insan 40 yaşında olabilir ama bu bahsettiğiniz tavır ilkokul üçüncü sınıf öğrencisinin arkadaşıyla çekişmesine çok benzer. Doğan Cüceloğlu’nun bu konuda çok güzel bir kitabı var “Yetişkin Çocuklar” diye. Hep bu örneklerde bu kitap aklıma gelir. Adı üzerinde kendi yetişkin fakat sosyal becerisi, kapasitesi hâlâ daha çocuklukta kalmış insanlar…
Kayınvalide ve kayınpederler bazen evliliğin içinde sorunlar yaratabiliyorlar. Kişilerin istemedikleri davranışlarla karşılaştıkları eşlerinin ailesine karşı nasıl bir tutum sergilemeleri gerekir ki problemler en aza indirgensin?
Burada karı kocanın birlikte hareket etmesi çok ama çok önemli. Ve bunu yaparken “Senin annen, baban bize çok karışıyor” şeklinde değil, “Ben kendimize ait olanı sahiplenemiyormuşuz gibi hissediyorum” denilmeli. “Ben bizim kim olduğumuzu, bu ailenin ne ifade ettiğini seninle konuşmak istiyorum” diyebilmeli eşler. Daha kendimize dönük, daha çekirdek ailemize dönük mesajlarla eşinizle iletişim kurabilmeniz önemli. Eleştirerek değil.
Yeni evliler için bir kere “biz” kültürünün oluşturulması belirli bir zaman alacak. O dengeler hemen oturmaz. Zaman içerisinde oturacağının bilincinde olmaları lazım öncelikle. Bu süreç içerisinde zaman zaman hoşa gitmeyecek yaşantıların da olabileceği önceden kabul edilmeli. Ve bunun hemen sonuca taşınmaması lazım. “Ben onun ailesiyle anlaşamıyorum” dememek gerekiyor. Burada zorluklarımız var. Bu tür sorunlar yaşayan çiftlerin sayısı bir hayli fazla.
Çoğunlukla kişi kendi bağımsızlaşmasını, ailesinden ayrılmasını tam olarak gerçekleştirmeden evliliğin içerisine girmiş oluyor. Yani kişi hâlâ anne babasının evinin kapısından içeriye girdiğinde evlat rolünü hemen üzerine alıveriyor. Oysaki artık o kişi evlat, koca, anne, baba artık bütün bunlar onda var. Ama bazen öyle oluyor ki o kapıdan içeriye girince karı mıydı koca mıydı kendisi, anne miydi baba mıydı unutuyor ve tekrar hep olageldiği gibi yalnızca evlat olmaya başlıyor. Tek bir role giriyor. O zaman eşler bu durumda ciddi problemler yaşıyor.
Savunmaktan da öte şu mesajı vermesi çok önemli kişinin kendi anne babasına: “Ben şimdi bir yolculuğa çıkıyorum. Burada benim bir yol arkadaşım var. Bizim beraber deneyimlememiz gereken durumlar var. Siz eminim durduğunuz yerden bakınca bazen hata yaptığımızı da görebilirsiniz; buna sizlerin müsaade etmesi gerek.” Yani “Çok karışmayın” demenin, onları üzmeden söylemenin güzel bir yoludur bu. Çünkü anne babalar doğal olarak hata yaptığınızı gördüklerinde karışmak isteyecekler size. Düşünsenize çoğumuz anne babayız, görüyorsunuz çocuğumuz orayı ellerse canı yanacak: “Orası sıcak elin yanacak!” demek istiyorsunuz ama biliyorsunuz ki ellemediği zaman kafası oraya takılacak gidip gelip bakacak, oraya gitmenin yolunu bulmaya çalışacak. Etrafta siz yokken denemek isteyecek. Yani bazı şeyler ancak yaşayarak öğrenilecek.
Özellikle artık çocuk evden ayrılıp kendine ait bir hayat kurduğunda artık ona kendisi olması için de bir alan yaratmak ve saygı duymak lazım anne baba olarak. Bunu duyamayan anne babalar var, hem de pek çok. O zaman çocuğun bu saygıyı kendi adına kazanması lazım. Geliştirmesi lazım. Ve sınır koyması lazım. “Çok seviyorum sizi, yaptığınızı iyi niyetle yaptığınızı biliyorum. Ama ben eşimle birlikte, bu aile için kendi doğrumuzu birlikte bulacağız artık. Bunu başarmamız gerek.” Bunu açık seçik söylemeleri lazım.
“Kırmayayım, aman bu sefer böyle olsun” denmemeli. Böyle manipülasyonlarla, çevreden imalarla, kaçınma davranışları şeklinde değil, çok net konuşmak gerekiyor. “Anneciğim babacığım, biliyorum en iyisini istiyorsunuz benim için; ama artık ben eşimle birlikte bizim için doğru olanı arayıp bulma macerası içerisindeyim. Ve bu sizin için zor da olsa bu konularda müdahale etmemenizi rica edeceğim. Biliyorum ki bir şey danışmam gerekirse, bir şey sormam gerekirse siz hep buradasınız. Bunu bilmek benim için önemli. Ama lütfen benim sizlere danışmamı bekleyin. Yakınımda olmanız güzel, kafama takılan bir şey olduğunda gelir sorarım size ama ben sormadan siz artık söylemeyin.” Bunu çok açık bu şekilde söylemek gerekiyor. En kestirmesi bu.
Hangi durumlarda terapi uygulamıyorsunuz?
Evlilik terapistlerinin üzerinde durduğu iki temel durum vardır: Bir tanesi eğer çiftlerden biri başka bir ilişki yaşıyorsa hali hazırda o terapiyi yapmayız. Ama bir ilişki olmuş ve bitmiş ise, o zaman terapi yapıyoruz. Hali hazırda üç kişilik bir ilişkiden bahsediyorsak orada çift terapisi yapmıyoruz.
Diğer ikinci durumda ise şiddet varsa terapi uygulamıyoruz. Dövme, vurma, tehdit etme gibi şiddet yapılıyorsa o zaman da evlilik terapisi uygun olmuyor. Aslına bakarsanız bu durumda o iki kişiyi ayırmak gerekiyor. Şiddeti gösterenin, şiddete maruz kalanın ayrı ayrı terapi görmesi gerekiyor bu gibi durumlarda.
“Bir İlişki 50 Günde Nasıl Kurtarılır?” kitabınızdan biraz bahsetmek istiyorum. Kitabın içeriğinde her eş için uygulanabilir durumlar var mı?
Kitapta iki çocuklu bir karı-kocayı, evliliklerinin çok tıkandığı bir noktada tanıyoruz. Birinci gün kadın; “Yeter bitti artık bu iş” diyor ve kendini evden dışarıya atıyor. Ve daha sonra ikinci gün, üçüncü gün olayların devamını görüyorsunuz. Bu çiftin hayatlarındaki 50 günü yazdım.
Kitap okuyucusuna, birlikte yaşayan kişilerin yaşama farklı bakmayı, birbirlerinin duygularını anlamayı nasıl öğrenebileceklerini, hem kendisi, hem eş, hem de anne ya da baba olmanın nasıl başarılabileceğini gösteriyor. Kitapta özetle neredeyse bitmiş bir ilişkinin bir evlilik danışmanının yardımıyla onarılış öyküsü anlatılıyor.
Ergenlik dönemlerinde çocukları olan anne babalara neler tavsiye edersiniz? Onları kötü alışkanlıklardan uzaklaştırmak ve yanlış arkadaşlıklar kurmalarını engelleyebilmek için anne babalar nasıl bir davranış şekli benimsemeli?
Burada iki konu var: Bir tanesi süreçle ilgili ve diğeri o an yaşanan sorunla ilgili. Süreç kısmında, ergenlikteki problemler yer alıyor. Evet, ergenliğin kendine özgü bir durumu var. Ancak hepsini de buna yükleyemeyiz. Bir de bir tarihçe var. Örneğin, çocuklarımızın hayatında spor var mı, enstrüman çalıyor mu? Bu o kadar önemli ki... Ciddi bir spor hayatı olan gençlerin; içki, sigara, uyuşturucu gibi alışkanlıklara karşı daha dirençli olduğunu gözlemliyoruz.
Sağlıklı yaşam bilinci nereden başlıyor biliyor musunuz? Üç yaşındaki çocuğunuz dişini fırçalıyor mu her gün? Fırçalamadığı zaman bundan rahatsız olup: “Anneciğim dişimi bugün fırçalamadık” diyor mu? İşte buradan başlıyor. Yani 17 yaşında esrar içiyor mu içmiyor mu sorusunun cevabını, büyük oranda geçmişte çocuğa ailesi tarafından sağlıklı yaşam bilincinin verilip verilmediğine bakarak öğrenebiliyoruz.
Sağlıklı beslenme bilinci çocuk daha çok küçükken başlıyor. Ve kişinin kendi bedenine dair bir değer verme sistemi ta o yaşlarda başlıyor ve gelişiyor. Bu değerler içerisinde büyüyen birisi bu tür maddelerin kendi bedenine vereceği zararı düşünerek daha fazla direnç gösteriyor. Düzenli doktor kontrolüne gidilmesi gibi hususlar da bir bilinçlendirmedir. Siz sigara içiyorsanız, ‘sen içme’ diye hiç uğraşmayın. İçmeyebilir ancak içmesi çok daha büyük ihtimal. Model alma, sosyal öğrenme bütün bunlar son derece etkili çocuğun gelişim sürecinde.
Bir kere şunun farkında olmamız çok önemli: Ergenlik döneminde çocuğa çok tuhaf şeyler oluyor. Çocuktan bağımsız olarak birçok hormon salgılanmaya başlıyor, vücudu şekil değiştiriyor, kendine dair algılaması sarsılıyor. Çünkü aynaya bakıyor ve değiştiğini görüyor. Üç ay önce aynada gördüğü yüzle, vücutla şimdiki arasında büyük farklar olduğunu görüyor. Bununla ilgili kendini dünyada nerede konumlandıracağını bilemiyor çocuk. Aslına bakarsanız bayağı zor bir durum. Çünkü çocuk değil ama büyük de değil. Kim olduğunu sorguluyor. Ben kimim? Geleceğe dair kaygılar taşıyor. Fiziksel görünüm çok önemli olmaya başlıyor. Bir kere bunların olacağının bilincinde olmalı aileler. Bunlarla anne baba olarak bir panik havasına kapılmamamız gerekiyor. Bunlar son derece doğal süreçler.
Gençlik melankolisi dediğimiz bir şey var mesela. O dönem çocuklarda çok sık görülen bir depresif ruh halidir. Buna biraz yer açmak lazım. Yani her şeye takılıp “Ne biçim konuşuyorsun sen benle” gibi sorunu hemen kişisel algılayıp çocuğun üzerine gitmemek lazım. Bunu o dönemin kendine ait bir karakter özelliği olarak görüp “Bu durumun benimle bir ilgisi yok, bu onun yaşamında şu an geçtiği bir tünel” diye düşünün. Bu şekilde düşünürseniz o zaman daha da rahatlarsınız. Böylece onun bir kişilik çatışmasına girmesine gerek kalmaz.
Yapılacak çok önemli şeylerden bir tanesi bu dönemde çocuğunuzla ilgili ona hangi konuda öğüt vermek istiyorsanız, o sorunla ilgili kendiniz bir sorun yaşıyormuş gibi gidin ona, örnekler göstererek sorular sorun. Örneğin, bir arkadaşı var ve çok sorumsuz deli gibi para harcıyor altına babası araba çekmiş, çok endişeleniyorsunuz. Mesela ona: “Ya hani şu teyzenin oğlunun bir arkadaşı var. O çocuğu görüyorum şöyle davranıyor, böyle davranıyor onun için endişeleniyorum, ne dersin?” deyin.
Yani onda gördüğünüz bir sorunu, bir başkası üzerinden anlattığınız ve ona sorduğunuz zaman çocuğunuzun hemen çözümler ürettiğini görürsünüz. "Zaten o çocukla ilgili en önemli şey şudur, anne babası şurada hatalı falan" diye yorumlar yapmaya başlar’. Aslında bizim dışarıdan gördüğümüzü o da dışarıdan görebilir. Yeter ki onu suçlamayalım. Ona, anne baba olarak ayna tutmaya çalışmalıyız.
Thomas Gordon’un “Etkili Anne Baba Eğitimi” bu anlamda anne babalara yardımcı nefis bir rehber kitap. Çocuklarınızla bu dönemde özellikle nasıl konuşmamız, dinlememiz gerektiği konusunda birebir örnekleri olan bir kitap. Tüm anne ve babalara tavsiye ederim.
Bu hassas dönemlerinde, anne babalar olarak yapacağımız yanlışlar geri dönülemez sorunlara yol açabiliyor. Onlar da tepkilerinde çok uç noktalarda dolaşıyorlar. Hormon yağmuru altındalar. Hakikaten kendilerini kontrol etmeleri de çok kolay değil. Onun için biz anne babaların çok daha kabullenici, kavrayıcı, sabırlı, anlayışlı ama farkında, yani olgun davranmamız gerekiyor.
Şunu bilirsek daha rahat ederiz: Bu geçecek. Hep böyle kalmayacak. Bir dönem kendilerini dünyanın tepesinde görecekler ondan sonra yavaş yavaş tekrar aynı hizaya geleceğiz; Tabii anne baba olarak onlara bu hassas dönemlerinde sabır gösterebilirsek. Yoksa ilişkiler çok zedelenebilir ve geri dönüşü olmayan durumlar ortaya çıkabilir.
“Anne baba olarak çocuklar üzerindeki yapıcı ve yıkıcı etkilerimizin ne kadar farkındayız?” Bu ve daha birçok sorunun cevabını anne baba eğitiminde veriyorsunuz. Nedir etkili anne baba eğitimi? Bize biraz bu eğitimlerinizin amacını ve nihayetinde de aileler kazandırdıklarından bahsedebilir misiniz?
Yaptığımız çalışmanın sonuçlarını anında gördüğümüz için gerçekten keyifli bir çalışma. O da tabii büyük bir motivasyon sağlıyor ailelere. Çocuğun dünyayı algılayışıyla ilgili bir farkında oluşu öğretmeye çalışıyoruz anne babalara. Çünkü biz kendi durduğumuz yerden bakıp belli doğruları empoze etmeye çalışıyoruz. Ancak çocuğun algılaması nerede? Ve alma potansiyeli nedir? Bunu bilmezsek devamlı boş yere çaba harcamış oluruz. Ve git gide öfkelenmeye, kendimizi yetersiz hissetmeye başlarız.
Eğitimin bir de şu kısmı çok önemli geliyor bana: Anne babayı kendi deneyimi içerisinde özgürleştirmek. Bundan şunu kastediyorum, anne babalığın çok da kitap maddeleri gibi -meli, -malı ları yok aslında. Bu doğal bir süreç.
Biraz da kişinin kendisine güvenmesiyle olacak bir şey. Bununla beraber kişinin çocuğuyla olan ilişkisine de güvenmesini sağlamak çok önemli. Bazen “aşırı özen” yanlışı yapabiliyoruz. Bir anne çocuğunu kızar ve konuşmasının sonunda “Önemli değil, sana kızmadım ama bir daha olmasın” der, demeyin! Çocuğunuza kızacaksanız kızın ama kendi doğal tepkinizi vererek bunu yapın. Çocuğunuzla olan ilişkinizde kendiniz olun. Sonrasında çocuğunuzun yanına gidip “Orada öyle yapmamam gerekiyordu, çok özür dilerim senden” diyebilmeliyiz çocuğa.
Son yıllarda çocuğum mükemmel olsuna doğru bir gidiş olduğunu görüyorum. Ben bunun tam tersini düşünüyorum. Hiç mükemmel olmasın çocuk. Kendi içinde bütün hatalarını da barındırsın ama gerçek olsun, doğal olsun. Anne baba olarak da bunun bilincinde olunsun ve çocuğun da bunun farkında olmasına yardım edebilsinler.
Anne-baba eğitiminde, öğrenme ortamları oluşturma üzerinde çalışıyoruz. Aslında bakarsanız yaşamın her anı bir öğrenme ortamıdır. Bu farkında oluş içerisinde olursak esneme paylarımız olmaya başlıyor. Eğitimlerde, hem kendimize hem de çocuğumuza karşı daha toleranslı, daha sabırlı olmayı öğretiyoruz.
Dinleme ve konuşmayla ilgili bazı temel becerileri de öğretiyoruz. Çocuğunuzu nasıl dinlerseniz kendisini duyulmuş olarak hisseder? Onunla, onun anlayacağı bir şekilde nasıl konuşursunuz? Bu konularda da bilgiler veriyoruz. Bir de anne babaların, anne babalık ile ilgili bir sohbet içerisinde olmaları gerek. Nasıl tutarlı anne babalık yapabilirler? Bu neden önemli çocuğun gelişiminde? Bu gibi konuları beraberce öğreniyoruz.
Genellikle 0-6 yaş, 6-12 yaş ve daha sonra da ergen çocuklarla ilgili eğitimler veriyoruz. Eğitimler genelde 8 hafta sürüyor. Farklı yaş guruplarının bir arada olduğu grup eğitimlerimiz de var. Onun da farklı sinerjisi var. Aileler birbirlerine tavsiyelerde bulunabiliyorlar, paylaşımları oluyor, yalnız olmadıklarını görüyorlar. Daha zengin bir paylaşım ortamı doğuyor.
Değerli açıklamalarıyla bizleri aydınlatan Ebru Tuay Üzümcü'ye hepimizaileyiz.com ailesi olarak teşekkür ederiz.
ARALIK 2010
Röportaj: Cansu BULDU ÇAN
Dikkat: Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kopyalanamaz, hiçbir şekilde kullanılamaz.