Hayatımı Değiştiren Kişi Yılmaz Güney'dir
"Karanlık İşler" Adlı Tiyatro Oyunundan Kareler
Sanatçı son günlerde, senaristliğini kendisinin yaptığı, çalışmalarının dünya çapında sürdürüldüğü yeni projelerini hayata geçiriyor olmanın heyecanı içinde.
Sanat hayatı dışında hakkında pek fazla bilgi sahibi olmadığımız, daima yaptığı işlerle adından söz ettiren, özellikle de her yaştaki kadın hayranlarıyla, büyük küçük herkesin beğenisini kazanmış ender sanatçılarımızdan o.
Karizmatik görünüşü ve o herkesi kendisine hayran bırakan ses tonuyla, hem çok doğal hem de sinemadaki jön karakterlerden farksız. Anlayacağınız kalabalık içinde fark edilenlerden o da.
Bu ayki "Sanata Dair Söyleşiler" köşemizin konuğu: Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Levent Özdilek.
Türk sinemasına yeni bir soluk getirmiş, ülkemizin önemli senarist, yönetmen ve oyuncularından Yılmaz Güney ile 1967 yılında çektikleri “Benim Adım Kerim” adlı sinema filmiyle sanat hayatına merhaba diyen Levent Özdilek için, Yılmaz Güney’in önemi çok büyük.
“Sen benim gibi dolambaçlı yollardan geçme, sen de yetenek var, bu işin akademik eğitimini al” diyerek elinden tutan ve onu Ankara Devlet Konservatuvarı’na götüren kişinin Yılmaz Güney olduğunu biliyor muydunuz?
Peki ya sanatçının, küçük yaşlarda oynadığı ilk sinema filmindeki rolüyle dikkatleri üzerine çekerek, Türk sinemasında, erkek çocuk oyuncuların da yer almasına ön ayak olduğunu?
Kasım ayından bu yana İstanbul Devlet Tiyatroları’nda kapalı gişe oynanan, kahkaha atmaya doyacağınız “Karanlık İşler” adlı mafya komedisinde Sustalı Mack’i canlandıran sanatçıyı; yakın bir zamanda Show TV’de yayınlanacak “Karakol” adlı dizide de izleyebileceğiz.
Ülkemizin önemli sanatçılarından Levent Özdilek’i yakından tanımaya ne dersiniz?
İnternette doğum tarihiniz konusunda ikilemler var. Doğrusunu sizden öğrenelim. Kaç yılında, nerede doğdunuz?
Birçok yerde 1961 yılında doğduğum yazıyor; ama ben 1955’te Adana’da doğdum. Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve daha birçok değerli sanatçı gibi ben de bereketli toprakların çocuklarındanım yani.
Levent Özdilek nasıl bir çocuktu? Kalabalık mı yoksa çekirdek bir ailede mi büyüdünüz? Hep oyuncu olmayı düşünür müydünüz?
Çocukken oyuncu olmak gibi bir hayalim yoktu. Adana’da Toroslar’da, yaylalarda büyüdüm. Bayağı bıçkın bir çocuktum. Çok kalabalık bir ailede büyüdüm. Yazları bizim oraların yaylalarında geçerdi zamanımız. Ağaçların tepelerinde, derelerde, atlarla, eşeklerle geçerdi günlerimiz. Doğayla iç içe büyüdüğümden; doğayla ilişkim çok yoğundur halen. Metropolde de olsam mutlaka doğayla buluşmanın bir yolunu bulurum. Dolayısıyla da küçükken oyuncu olmak gibi bir isteğim de yoktu. Normal, yaramaz bir çocuktum.
7’li-8’li yaşlarımda Yılmaz Güney girdi hayatıma. Babamla Yılmaz Güney, çocukluk arkadaşlarıydı çünkü. Onların arkadaşlığı vasıtasıyla Adana’da çektiği bütün filmlerde 7’li, 8’li, 9’lu yaşlarımda o setlerde bulundum. Bana “oğlum” diye takılıyordu. O beni çok seviyordu, ben de onu seviyordum tabi. Setlerinde, sürekli yanındaydım. Sonra bir gün geldi bana dedi ki: “Ben bir film çekeceğim, sen de benim oğlumu oynayacaksın.” Ben: “Nasıl yaparım?” dedim. Meğerse, o beni gözlüyormuş. Tabi ben de onu gözlüyordum. “Sen zaten benim gibi duruyorsun, benim gibi bakıyorsun. Jestlerin, mimiklerin dahi bana benziyor. Beni oyna, ben ne yapıyorsam onu yap” dedi.
Farkında olmadan, onu taklit etmeye başlamışım meğerse. Tabi, 3-4 sene setlerde beraber bulunduktan sonra bana bu teklifte bulundu. İnsan o yaşlarda birilerini kendine idol seçip ve onun gibi hareket etmeye çalışır ya benimki de o hesap. Yılmaz ağabey gibi bakıyormuşum, onun gibi yürüyormuşum farkında olmadan. Bir dönem farkında oldum, sonra da bu durum kendiliğinden öyle devam etti.
“Çocuk oyunculuğun sonu birkaç sene sonra hüsran oluyor”
1967 yılında Yılmaz Güney'in yönetmenliğini yaptığı bir filmle sinema hayatınız başladı. Hangi filmdi bu? Yılmaz Güney nasıl bir yönetmen, nasıl bir insandı?
“Benim Adım Kerim”di filmin adı. Bir ara 12 Eylül sonrası filmler yok edilmişti. Ama yıllar sonra tekrar bulduk o filmi; arkadaşlarla seyrettik. İnanamadım kendime. Gerçekten de onun gibi yürümüşüm, onun gibi bakmışım, onun gibi mimiklerim var falan. Gayet hoş, seyredilebilir bir şey çıkmış ortaya ki ondan sonra bana İstanbul’dan 3 tane daha film teklifi geldi.
O dönemde sinemada, küçük oyuncu kızlar vardı; erkek çocuk oyuncu yoktu; 1966 yılından bahsediyorum. Küçük kız oyunculardan bir Ayşecik ve bir de Parla Şenol vardı o zamanlar. Benim bu film, birden çok beğenilmiş. Babam, ailem gelen film tekliflerini kabul etmediler tabi. İyi ki de kabul etmemişler. Çünkü çocuk oyunculuğun sonu büyüdüklerinde hüsran oluyor. Dünyada da bunun örnekleri çok var. Büyüdüğün zaman tipin, sesin değiştiğinden, insanların sana olan o sempatisi, o ilgisi de değişiyor tabi. İyi ki de ailem böyle bir karar almış.
“Yılmaz Güney’in Nebahat Çehre’nin Başında
Bardak Koyduğu Sette Ben de Vardım!”
Ortaokuldan sonra, 1971’de Yılmaz ağabey: “Sen benim gibi zor ve dolambaçlı yollardan geçme, sen de yetenek var oyunculuk yap; ama bunun akademik eğitimini al, ondan sonra gel birlikte yürüyelim” dedi. Ve beni Ankara Devlet Konservatuvarı’na götürdü. O güne kadar tiyatroya yalnızca seyirci olarak gitmişim; eğitimleriyle ilgili hiçbir bilgim yoktu. İyi ki de girmişim konservatuvara.
Yılmaz Güney’dir beni oyunculuk çizgisine sokan; hayatımı değiştiren insan. Tabii ben de çok özel, önemli izleri vardır. Bu da ayrıca çok bilinmez; bunu hiçbir zaman kullanmadım. Çok az röportajımda bahsetmişimdir; çok az insan bilir. O dönemlerde, beraber olduğumuz birkaç kişi vardır, buna çok yakın şahitlerdir: Biri Arif Keskiner’dir nam-ı diğer Çiçek Arif’tir, diğeri Abdurrahman Keskiner’dir Apo Kardaş. Onlar da zıpkın gibi gençlerdi Yılmaz ağabeyin yanında.
“Yılmaz Güney’in hayatında en derin iz bırakmış insan Nebahat Çehre’dir”
Nebahat Çehre’nin sette başında bardak kırılmasını açıklayan kişidir Abdurrahman Keskiner’dir. Üstelik ben de o setteydim o tarihte. Nebahat Çehre’yle Yılmaz Güney biz de kalırlardı o dönemde. Sonra biz Nebahat’le birlikte karşılıklı oynadık; çok severim onu da.
Yılmaz Güney’le çok doğal, hesapsız, güzel ilişkisi olan bizim dönem insanları, kolay kolay konuşmazlar ve anlatmazlar onu. Nebahat Çehre’den Yılmaz Güney ile ilgili hiçbir şeyi kolay kolay duyamazsınız; ki Yılmaz Güney’in hayatında en derin iz bırakmış kadındır o. Kolay kolay bu konuda konuşturamazsınız onu çok düzeylidir.
Yılmaz Güney nasıl bir insandı?
Müthiş bir insandı. Bazı insanlar vardır ya mesela kalabalık bir ortamda, kapıdan biri içeri girer ve herkes dönüp ona bakar. Yılmaz ağabey de aynen böyle bir insandı. Sanki kafasının üstünde bir ışık taşır gibiydi. O’na “Çirkin Kral” dendi. Çünkü o dönemin oyuncularının tipleri Amerikan sinemasının Türkiye’deki versiyonuydu. Gerek erkek gerekse kadınlarda, özellikle Amerikan sinemasındaki tiplere benzer tipler seçiliyordu o dönemde.
Yılmaz ağabey, bu tanımlamaların çok dışında kalan bir adamdı tabi. O devirdi bütün bu kalıpları. Onun için "Çirkin Kral" dediler. Hâlbuki adama şöyle bir baktığınızda gayet hoş biri olduğunu görebilirsiniz. Fakat o dönem öyle bakılıyordu. Bu durum ona bir özellik kazandırdı zaten; bunu kabul ettirdi.
Bence çok özel bir adamdı. Hem felsefi olarak, hem insani olarak, hem siyasi olarak, sosyal anlamda kendime yakın bulmuşumdur. Sinemaya bakış açısını, nasıl senaryo yazılması gerektiğini, rejisinden oyunculuğuna kadar birçok şeyi ondan öğrendim. Tüm bunları onunla, o setlerde çok yaşadım, gördüm. İyi ki de yaşamışım. Bana çok vizyon kattı tüm bu yaşadıklarım.
Tiyatroya geçişiniz nasıl ve ne zaman oldu? İlk hangi oyunla başladınız?
1976 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan mezun oldum. Daha sonra Devlet Tiyatrosu'na girdim. “Yasalar ve İnsan”dı ilk oyunumun adı. Oyunculardan birinin kaburgası kırıldı, sakatlandı onun yerine oynadım. Hemen bir iki günde hazırlanıp beni hop diye sahneye attılar.
Oyuna hazırlanmak için pek zamanınız olmamış...
Bir gün önce haber verdiler. Çok büyük bir rol değildi, çok küçük de değildi. Ama benim için profesyonel olarak oynadığım ilk oyundu, büyük bir heyecandı tabi. Bir günlük bir provayla çıktım oyuna. 1977’ye kadar böyle devam etti.
12 Eylül’den sonra biraz karışık dönemler geçirdik. Askerlikten dönüşte Ankara Sanat’ta çalıştım. Rutkay Aziz gibi birçok oyuncuyla, zorlu bir dönemde birlikte çalıştık. Sonra başka bir özel tiyatro kurduk. 1985-86 yıllarında tekrar Devlet Tiyatrosu’na döndüm. Ankara Devlet Tiyatrosu’ndan sonra, 1990’larda da İstanbul Devlet Tiyatrosu’na geldim ve halen devam ediyorum.
2006 yılında hangi filmle yapımcılığa başladınız? Sizin için nasıl bir tecrübeydi yapımcılık?
Yapımcılığa falan başlamadım. O benim, deyim yerindeyse Don Kişot’luğum. Başta oyuncu olarak gittim ben o filme. Yapımcısı TRT’den tanıdığım eski bir ağabeyimdi. Tanımaz olsaydım keşke. Castı da ben kurdum. Arkadaşlarımı aradım, hepsi geldiler. Dalyan’da çekime gittik. Her şey çok güzel gidiyordu. Beşinci gün, yapımcı: “Ben para bulmaya gidiyorum” dedi ve gidiş o gidiş.
On gün sonra, tekrar geldi. “Ağabey ne olur, sen de varsa biraz yardım eder misin?” dedi. “Tamam, peki” dedim. Destekte bulundum. Ben tabi bunu sete verdim, çünkü orada herkes emekçi, çalışıyor. Oyuncu kadrosunu kendim getirmişim zaten. Bir 10 gün daha geçti böyle, sonra biz filmin yarısına geldik. Sözde yapımcı kişi tekrar geldi: “Ben parayı bulamadım. Bir daha gidip bulmaya çalışacağım” dedi. O arada set tabi çalışmalarına devam ediyor. “Hadi ağabey sen biraz daha destek ol” dedi. Olaylar böyle gelişti. Yani ben yapımcı falan değilim. Mecburi bir durum söz konusu oldu. Sonra filmi çektik; bitti.
Hangi filmdi?
“Seni Seviyorum”du filmin adı. Ben pazarlamacı yapımcı olmadığımdan pek pazarlayamadım filmi ama şu aralar bir yerlerle anlaşmak üzereyiz. Aslında bayağı iyi bir kadrosu olan bir filmdi: Toprak Sergen, ben, Ayça İnci, Neriman Uğur, Leyla Bilginer, Kamil Güler var.
Film de bitince baktım adam yine yok. Sonra geldiğinde de bana: “Ağabey o zaman sen de ortak ol bu filme” demez mi?! “Ne ortaklığından bahsediyorsun? Beş kuruş koymadın bir de bana ortaklıktan mı söz ediyorsun?” dedim. Biz, birbirimize girdik. Sonra bu kişiyi gönderdik. Kaldık set ekibiyle baş başa; herkes bakıyor böyle. Setçisi, işçisi, kameramanı, herkes gelmiş beş kuruş almamış ne yapacağız? Tabi bu durumu toparlamak bana kaldı. O zamana kadar da filme epey para koymuşum. Dedim ki: “Çocuklar ben hepinizin parasını vereyim.” Ben de güvendim bu filme, ama bu bizim işimiz değilmiş. Ben satamadım filmi. Bayağı ciddi bir rakam ben de duruyor hâlâ… Özellikle yapımcılık yapılmış falan değil yani, zorunlu yapımcılık yaptım denilebilir
Reytingleri Yükselten Joker Oyuncu
Sizi genellikle dizilerde “geçmişten gelen adam” rollerinde izliyoruz. Oysa, herkes tarafından çok beğenilen bir oyuncusunuz. Fakat gerek tv gerekse sinemada sizi çok sık göremiyoruz. Çok mu seçicisiniz gelen senaryolar karşısında?
Biraz öyle yapıyorum ama ilk bölümünden itibaren olduğum diziler de var ama kariyerime baktığınız zaman sonradan girdiğim işler de çoktur. Genelde, başlangıçta iyi giden ama daha sonraları reytingi artık düşmeye başlayan dizilerde hep beni sokarlar. Reytingleri tekrar düzeltiriz. Ortalığı karıştırırım yani. Belki on-on beş tane iş böyle olmuştur.
Ben dişli rollerin adamıyım. Yani, kolay olan, klasik jön rollerini sevmem; ters köşe işler yaparım. Yaptığım işlerin çoğu seyirci tarafından çok beğenilmiştir. On beş sene önce yaptığım işler için bana hâlâ gelip sarılanlar var. Başroldeki insanları konuşmuyorlar ama beni hâlâ konuşabiliyorlar. Halbuki diziye sonradan girmişim. O role getirdiğim boyut, o rolün çekiciliğini almışım, sırtlamışım bir yere getirmişim ki izleyici, kafa rol dediğimiz başroldeki kişileri konuşmuyor ama beni konuşabiliyorlar mesela.. Daha akılda kalıcı oluyorsunuz böylelikle ve bu durum bana esasında çekici geliyor.
“Kendini bir yerde görüyor olarak anlaşılmak istemem.
Çünkü ben nerede olduğumu çok iyi biliyorum.”
Geçen hafta oyundan çıktım; dört kadın izleyici beni yolda çevirdi. “Ben size Şehnaz Tango’dan beri size aşığım” dedi. "Şehnaz Tango" dediğiniz 1994-93 yılları. Bu kadınların, biri 45, diğeri 40, diğeri 35, diğeri 30 yaşlarında.
30 yaşında olan: “Ben 14 yaşındaydım size hayrandım” dedi. Öbürü ablasıymış, diyor ki: “Ben 18 yaşındaydım size bayılıyordum.” Diğeri: “Ben o zamanlar 25 yaşındaydım evliydim, kocamla sizin için kavga ediyorduk.” Bir diğeri halasının kızıymış, o da diyor ki: “Ben de sizin hayranınızım o yıllardan beri… Ve üstünden 17 sene geçmiş bu bahsettikleri dizinin; düşünebiliyor musunuz?.. Oysa ben o diziye ikinci senesinin sonunda girdim. Bu da benim hoşuma gidiyor.
Yapımcılar bu durumu fark ettiklerinden, joker oyuncu olarak kullanır hale geldiler. “Bu joker bir adam, bu oyuncuyu diziye soktuğumuz zaman bir anda dizinin reytingleri yükselir” mantığıyla hareket ediyorlar.
Bu, kendini bir yerlerde görüyor olarak anlaşılmasın. Çünkü ben, nerde olduğumu biliyorum… Kendimi övmek için anlatmıyorum bunları. Neysem oyum, yaptığım iş bu zaten; yansıması da böyle oluyor. Bir İranlı da yolda gelip beni yolda çevirebiliyor, İsraillisi de, Arabı'da, Azerisi de...
Asla oynamam dediğiniz roller var mı?
Hiç öyle kurallarım yok. Hikâye bana hitap ederse niye oynamayayım. Ha şunu oynamam: Kötü senaryo ise, bana hitap etmeyen bir castsa, yapımcı şirket benim için çekici, güvenilir değilse, yönetmeni bana hitap etmiyorsa ben o projede yer almam.
“Televizyon şov dünyasıdır; herkes olabilir.
Sinemada bazıları, tiyatroda ise yalnızca oyuncular olur.”
Mankenlerle oynamam diyenlerden misiniz?
Bir kere o tartışma bana göre son derece yanlış. Televizyon şov dünyasıdır, görsele hitap eder. Seyirci zaten, mankenle gerçekten oyuncu olanı çok rahatlıkla ayırt edebiliyor. Eğitimli oyuncularla oynarsan tabiî ki çok daha iyi sonuçlar çıkar ortaya ama şov dünyasında bu durum kaçınılmaz.
Televizyonda her insana yer var; tabi doğru yerde kullanırsanız. Çünkü oynayamayanı bile kameraların bakış açısını değiştirerek, ışıkla falan oynayarak, hikâyenin çekiciliğiyle seyirlik bir hale getirebilirsiniz. Seyrettirirsiniz yani. Şov dünyası böyle. Görüyorsunuz kimler var, izliyoruz işte.
Sinemada ise herkes olamaz bazıları olabilir. Sinemada yutturamazsınız çünkü. Her şov dünyasında olan sinemada olamaz; ama tiyatroda sadece oyuncular olur.
“Ben tiyatroda yapacağım” diyen şov dünyasından geçenler hep hüsrana uğramış, gönderilmişlerdir. Çünkü tiyatroda canlı olarak karşı karşıyasınızdır seyirciyle. Sahneye çıktığınız anda başlar ve biter her şey. Tekrarı, kameranın açısı falan yoktur. Onun için diyorum televizyonda herkes olabilir. Sinemada bazıları olur, tiyatroda yutturamazsınız. Çünkü karşınızda direkt seyirci vardır.
“Dublaj varsa, oyunculuk diye bir şey yoktur.”
Sahnede ayağının duruşundan serçe parmağına kadar her şeyi karşındaki seyirci görür. Şimdi burada televizyonda oyuncu olarak herkes var olur dediğimiz yerde, tabi ki orda da noktalar var: Beden dilin var. Öyle oyuncuyum diye ortada dolaşanlar var ki… Ama deseniz: “Çık şu tiyatro sahnesine, sağdan gir, ortada dur ve 20 saniye hiçbir şey yapma ve sonra da geri dön.” Ortaya ne haller çıkar siz bile şaşırırsınız.
İşte bu, tiyatroda vücuduna hâkim olmakla ilgili bir çalışmadır. Bir süre sonra, bin bir çeşit haller çıkabiliyor bu çalışmada. Bunların hepsi istenmeyen hareketlerdir. Eline, koluna, bakışına hâkim olabilmek için yapılır tüm bu çalışmalar; ki bu daha işin başlangıcıdır...
“Tiyatro, oyuncu eğitimi almış ya da
kendini oyunculuğa hazırlamış insan içindir.”
Manken veya başka meslekten birini, tiyatro sahnesinde yürütün bakalım, elini kolunu koyacağı yeri bulabilir mi? İsmi lazım değil, televizyonda müthiş star olup, müthiş paralar kazanan adamları yolda bir görün bakalım nasıl yürüyorlar?
Kaç kişi var oyuncuyum diyip başkaları tarafından seslendirilen. Bir kere dublaj varsa oyunculuk diye bir şey yoktur. Öyle yarım oyunculuk olur mu? Ben oynadım, iyi konuşan bir tiyatrocu da beni seslendirsin!.. O zaman nerde senin oyunculuğun peki? Oyunculuğun yarısı o dublajcının demektir zaten.
Dublajı yapılan oyuncuların seslerini bazen röportajlarında falan duyarsınız ve inanamazsınız… Bütün imajı o an siliniyor insanların gözünde tabi. Adam ne tonlamayı doğru yapabiliyor, ne aksağanı var, ne Türkçeyi doğru konuşuyor, cılız bir ses karşınızdaki. Halbuki oynadığı dizilerde, filmlerde bayağı karizmatik, hoş bir ses konuşuyordur onu. Seslendiren kişi, o kişinin oyunculuğuna % 80 gibi bir oranda etki edebiliyor.
Oyuncuysan her şeyinle var olmalısın. Saçının telinden, ayağının tırnağına kadar tüm bedeninle oyuncusundur. İşte onun için, şov dünyasında herkes var olabilir. Ama seyirci zaten ayrı bir yere koyuyor zaten. Televizyon dünyasından ismi lazım değil kimileri ben tiyatroda yaparım, en zor alanı da başarırım diyorlar ama olmadı... O yüzden ben hep şunu derim: Tiyatro, oyuncu eğitimi almış ya da kendini oyunculuğa hazırlamış insan içindir.
Yakın zamanda sinema filmi projeniz var mı?
Yakın zamanda iki yeni projemiz var. Ben bir de son, on-on iki yıldır senaryo yazıyorum. Bayağı birikti senaryolarım. Bir tanesi şimdi yürüyor. Bayağı uluslararası bir film; yurt dışında beğenildi de.
Projeniz içinde oyuncu olarak yer alacak mısınız?
Ben içinde oyuncu olarak yer almayacağım. Artık işin biraz da senaryo kısmında yer almak istiyorum. Çünkü çok seviyorum senaryo yazmayı.
Biz sizi magazinden uzak, özel hayatıyla ilgili pek bir şey bilinmeyen, gizemli bir jön olarak tanıdık. Gerçekte Levent Özdilek nasıl biridir? Sinirli mi, komik mi, disiplinli mi, şakacı mı, uysal mı?
Söylediklerinizin hepsi var bende. Beni tanıyan herkes tüm bu saydıklarınızın hepsinin olduğunu söyler zaten. İşimde son derece disiplinliyimdir. Normal hayatımda ise her türlü uçuk kaçıklığım vardır. Çok neşeli olurum, dramatik zamanlarım da vardır. Ama çok hoş görülüyümdür, inanılmaz sabırlıyımdır ve inatçıyımdır. Ama dışarıdan, ilk bakışta beni çok tanımayanlar soğuk bir herif derler, havalı biri olduğumu düşünürler. Tanıdıklarında ise acayip keyifli biri olduğumu görürler.
“Magazine malzeme olacak çok şey yaşamışımdır
ama bunu kimseler bilmez.”
Ünlüsünüz ama sizi hiç medyada göremiyoruz. Oysa günümüzün birçok oyuncusu, medyada sık görünmeyi, gelen iş sayısıyla hemen hemen eş sayıyorlar ve kendilerinden bir şekilde de olsa bahsettirmeyi başarıyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu durum insanların kendi tercihi. Var oluşunu o şekilde sürdürmek istiyorlarsa o zaman onu yapsınlar. Fakat yeni oyuncular arasında hiç bu tür işlere bulaşmayan, yolunda yürüyen birçok oyuncu var. Bu durum kişinin kendine olan özgüveniyle alakalı bir şey.
Ben otuz senedir bu piyasadayım, siz beni hiç magazinde gördünüz mü? Ama ben hep iyi işler yapan bir adamım. Magazine karşı değilim. Bu öyle bir durum değil. İnsanları keyiflendiren magazine evet ama; özel hayat sınırlarının ihlali söz konusu olmamalı.
Ben magazinde görünerek iş hayatımı, var oluşumu sürdürmekten yana olan bir adam olmadım hayatım boyunca. Belki magazinle malzeme olabilecek çok hayat yaşadım ama kimseler bilmez, görmez, görmemiştir. Buna gerek yok; bu benim özel hayatım çünkü. Bunu kullanan insanlar olabilir, bu da onların tercihi.
“İyi bir oyuncu olmak için her yoldan geçmeniz lazım.”
Yeni oyunculardan beğendikleriniz var mı?
Var tabi. İçlerinde emeğim olanlar, çok sevdiğim oyuncular da var. Ahu Türkpençe, Nejat İşler, Erkan Petekkaya’da emeğim vardır. Az çok Okan Yalabık'ta vardır emeğim. Melisa Sözen benim keşfimdir. Komedyen İlker Ayrık, Muro olarak bilinen Mustafa Üstündağ ilk anda aklıma gelen isimler.
Piyasada beğendiğim oyuncu çok var. Gayet iyi bir jenerasyon var. Engin Altan Düzyatan mesela son çıkanlar arasında bayağı iyi işler yapıyor. Çocuğun çizgisi güzel. Baktığımda kimin ne olduğunu, ne olabileceğini az çok kestirebiliyorum. O çocuğun da kumaşı iyi.
Biraz sokaktan gelmek lazım. Her yoldan geçmek lazım iyi bir oyunculuk için. Bu işler öyle çok steril işler değil çünkü. Her çamurla yoğrulmanız lazım. İyi bir oyuncu olmak, üstünüzdekilerden arınmak ve rafine bir oyunculuğa ulaşmak için her yoldan geçmeniz lazım. Bu dediğim isimler mesela hep oralardan geçenlerdir yani.
Sanat dışında ilgilendiğiniz bir uğraşınız, hobiniz var mı?
Sporla hep çok yakından ilgiliyimdir. Profesyonel olarak da çok yaptım. Basketbolla, bayağı ilgilendim. 1970’li yıllarda Yıldız Milli’ye kadar çıkmıştım. Su topu oynadım. Profesyonel olarak yüzme sporu yaptım. Futbol çok oynadım. Masa tenisinde Türkiye ve bölge şampiyonluklarım vardır. Okul zamanında eskrim yaptım, okul şampiyonluklarım vardır. At binerdim. Son yıllarda pek yapamıyorum ama profesyonel olarak sporla hep yakından ilgilendim.
Sokakta çok dövüştüm. Adanalı olduğumuz için zaten yemeyi, içmeyi, sevmeyi ve dövüşmeyi öğrenirsin, öğretirler zaten. Adanalılık’ta o vardır. Allah’a şükür yemeyi, içmeyi, oturup kalkmayı, sevmeyi, dövüşmeyi de biliriz.
Şu an İstanbul Devlet Tiyatroları'nda sahnelenen, “Karanlık İşler” adlı oyunda yer alıyorsunuz. Oyunda nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz? Komedi türünde bir oyun sanırım, gerisini sizden dinleyebilir miyiz?
Bir mafya komedisi bu oyun. Oyunda, Londra mafyasının başındaki adamım ben. Adım Sustalı Koca Mack. Onun komedisi. Oyuna 2 Kasım’da başladık ve hep kapalı gişe oynuyoruz. Çok renkli, çok hızlı oynanan, lolipop gibi bir oyun. Çok genç ve çok başarılı bir ekiple oynuyoruz. Uzun zamandır da komedi oynamıyordum ben de çok mutluyum. Oyunun adı “Karanlık İşler” ama ismine aldanıp da yanılmasınlar çok eğlenceli bir komedi. Daha fazla da bilgi vermeyeyim, gelip seyretsinler.
Televizyon ekranlarına Show TV’de yayınlanacak “Karakol” adlı dizide sizi izleyeceğiz. Bir polis müfettişini oynuyorsunuz. Başka projeleriniz var mı?
Karakol dizisinde büyük bir ihtimalle yer alacağım. Başka bir teklif daha var şu an; ama o henüz netlik kazanmadığından bahsetmek istemiyorum.
Şu an çok fazla açıklamak istemiyorum ama çalışmaları yurt dışında devam eden co-production dünya çapında, senaryosu bana ait bir çalışmamız var. Bir diğeri de yine yıllardır üzerinde çalıştığım, müzikal yanı da olan, bir romantik komedi. Türk ve yabancı oyuncuların olacağı uluslararası bir proje bu.
Siz bu projenin içinde olacak mısınız oyuncu olarak?
Belki, küçük bir rolde oynayabilirim.
Bir de çok ciddi bir konuyla, uluslararası alanda ses getireceğini inandığım bir senaryom daha var. Öncelik romantik komedide, daha sonra diğerini de hayata geçirmeyi düşünüyorum.
Değerli tiyatro sanatçısı Levent Özdilek'e hepimizaileyiz.com ailesi olarak teşekkür ederiz.
Nisan 2011
Röportaj: Cansu BULDU ÇAN
Dikkat: Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kopyalanamaz, hiçbir şekilde kullanılamaz.