Yalanlarınız Beyaz Olsun
“Sakın yalan söyleme!”
Çocuklarımıza her iki öğüdümüzden biridir bu...
Yalan söylediğinde kızar, korkuturuz onu. Hem de olmadık yalanlarla...
“Yalan söylersen ağzından böcek çıkar,” deriz örneğin. Ya da: “Yalancıyı kimse sevmez,” deriz toplumsal eğilime uyarak.
Peki, hiç kendimize sorar mıyız, “Yalan söylüyor muyum?” diye? Şimdi soralım isterseniz:
“Yalan söylüyor muyuz?”
Ya da soruyu değiştirelim isterseniz: "Yalan söylemeyen var mı?”
Ben, “yok” diyorum. En azından, kendi adıma diyorum bunu. Çünkü çocukluğumdan beridir yalan söylüyorum ben. Evet, çocukluğumdan beri...
Çünkü çocukluğumda, yalan söylemekten daha kötü, daha tehlikeli, daha aşağılayıcı bir şey öğrenmiştim: Muhbirlik... Yalan söylememek adına ihbar edilen bir arkadaşımın neler yaşadığına gözlerimle tanık olmuştum çünkü. Ve “görmedim” yalanıyla onun suçuna ortak edilip ben de aynı davranıştan nasibimi almıştım. Acı çekmiştim onunla birlikte ama hiç pişman olmamıştım söylediğim yalandan ötürü.
Sonra büyüdüm... Benzer şeyleri büyürken de yaşadım. Ve gördüm ki, “doğruculuğum” bir başkasına zarar verecekse “yalan” söyleyip onu kurtarmak daha yeğdir. Böylece ben başkaları için yalan söyledim, başkaları da benim için...
Yalanı hep birilerini kurtarmak için söylemedim elbette. Kendim için de söyledim. Söyledim, çünkü büyüklerim de yalan söylüyorlardı, görüyordum. Kendi “özel”lerine ilişkin sorduğum her soruya yalan söyleyerek yanıt veriyorlardı. Çocuktum ama benim de “özel”im,“özeller”im vardı... Kimsenin bilmesini istemediğim özellerim... Öyleyse ben de yalan söyleyebilirdim; söyledim de. Gizimi ve gizlimi korumak için söyledim. Kimsenin bilmesini istemediğim saklılarım için söyledim. Bana güvenip gizlisini açılan dostumun, arkadaşımın o gizlisini açığa vurmamak için söyledim, “bilmiyorum” diyerek.
Büyürken, önüme serilen masal kitaplarının yalan söylediğini gördüm. Yaşamın hiç de onların anlattığı gibi tozpembe olmadığına, iyilerin her zaman kazanamadığına tanık oldum. Bu kez ben de kendimi onların büyülü “yalan” dünyasına kaptırıp içimde yeni bir dünya, bir düş dünyası yarattım. Güçlü kahramanlar yarattım belleğimde; güçlü ve iyi kahramanlar. Tıpkı benden öncekilerin bana yazdıkları gibi, ben de benden sonrakilere tozpembe masallar, iyilerin üstün geldiği öyküler, romanlar yazdım. Yani yalan söyledim ben de...
Herkes gibi ben de çocuklarıma: “Sakın yalan söyleme ha!” dedim.
Ama sıra kendimle ilgili sorulara gelince... Hele bir de vereceğim yanıtlar saklılarımı ortaya çıkaracaksa, yalan söyledim onlara. Yalan söyledim ve onlardan bana/bize yalan söylememelerini istedim. Ne yaman çelişki, değil mi? Üstelik bunu yaparken, arkadaşlarını ve birbirlerini ihbar etmemelerini de söyledim. Çelişkiye düşürdüm onları, hem doğruculuğu hem de yalancılığı öğütleyerek...
Düşünün bir kez...
Eşiniz, kardeşiniz ya da yakın bir arkadaşınız süslenip püslenmiş, bin bir emek vermiş hazırlanmak için... Ve karşınıza geçip:
“Nasılım?” diye soruyor.
Beğenseniz de beğenmeseniz de ne yanıt verirsiniz?
Biliyorsunuz ki bu soruyu soran kişi, sizden güzel söz bekliyor... Ne dersiniz?
“Hiç güzel olmamış,” derseniz, o sevdiğiniz kişiyi kıracaksınız.
“Çok güzel olmuş,” derseniz, yalan söylemiş olacaksınız.
Hangisini seçersiniz?
Ya da başka bir şey düşünelim... Çok sevdiğimiz, çok değer verdiğimiz biri, yine bin bir emekle bir kap yemek yapıp koymuş önümüze. Koymuş ama o yemek, hiç sevmediğimiz, bir lokma bile ağzımıza koyamayacak kadar sevmediğimiz bir yemek.
Ne yapacağız şimdi?
“Ben bu yemekten nefret ederim!” diyerek o sevdiğimizi kırmayı göze alabilir miyiz?
Eğer onu kırmayı göze alamıyorsak:
“Zahmet etmişsin ama ben gırtlağıma kadar tokum,” diyeceğiz, değil mi?
Eee? Oysa açlıktan midemiz davul zurna çalıyor... Ve biz bunu bile bile “yalan” söylüyoruz, onu kırmamak adına.
Örneklerimizi çoğaltabilir, köşeye sıkıştığımız her durumda nasıl da kolayca yalan söylediğimizi hep birlikte anımsayabiliriz.
Durun, hemen karartmayın içinizi...
Bakın, dünyaca ünlü Amerikalı yalan uzmanı Dr. Paul Ekman, “Çocuklar Niçin Yalan Söyler” adlı yapıtında kümelendirmiş yalanları. Benim yukarıda saydıklarım, “beyaz yalanlar” kümesine giriyor, onun tanımına göre.
“Başkalarının zarar görmesini önleyen ya da söylendiğinde kimseye zarar vermeyen yalanlar beyaz yalanlardır,” diyor Dr. Paul Ekman. Haklı da bence...
Eee, sorumu yeniden yanıtlayalım. Çocuğumuza: “Sakın yalan söyleme ha!” diye öğüt verirken, kendimize de soralım bir kez daha: “Ben yalan söylüyor muyum?” diye.
Sahi, içinizde hiç yalan söylemediğini düşünen ya da söyleyen var mı?
Merak ettim de...