“Hayır, Alkışlar Beni Asla Etkilemez!”
İlk alkış sesini ya da ilk “aferin”i duyuncaya dek, her şey olağan akışında gelişir. Çünkü algılama, doğruyla yanlışı –kime göreyse?- öğrenme süreci yaşanmaktadır. Ama ne olursa, o büyülü tını işitildiği andan sonra olur. O ana değin hiç farkında olmadığımız o çok baskın duygumuzun farkına varıveririz. O baskın duygu, “beğenilme” isteğidir ve bizimle birlikte büyür, gelişir...
Kimimiz, o duygumuzu gerçekten, olduğu gibi yaşarız... Başkalarına da yararı dokunan işler yaparız. Yeri geldiğinde de bu duygumuzu dizginler, bizden öne geçmesine izin vermeyiz –ki tarih sahnesinde kalanlar, sürekli alkışlanıp beğenilenler de bunlardır-.
Kimimiz, daha baştan bu duygumuza yeniliveririz... Bunda, başrolü önce yakın çevremizdekiler oynarlar. Minicik başarılarımıza bile olağanüstü alkışlarla karşılık verirler, bizi sürekli pohpohlarlar, aldatırlar; kendimizi olduğumuzdan fazla görmemize neden olurlar. Yanılır, biz de abartırız başarılarımızı. Üstelik kendimizi de inandırırız buna. Biz büyüdükçe çevremiz de büyür doğal olarak... Ve ne yazık ki, hak etmediğimiz alkışlar ve pohpohlamalar da büyür. Sonra... Sonrası hiç de beklediğimiz gibi olmaz. O duygumuzun tutsağıyızdır artık... Bizi ele geçirmiştir tümüyle. Biz onu yöneteceğimize, o bizi yönetiyordur artık... Ve alkışlar bittiğinde, gerçek kendimizi gördüğümüzde, uçurumdan aşağı yuvarlanıveririz.
Kimimiz, ilk aldığımız alkışla gerçek becerilerimiz arasında, “Bu ben miyim? Alkışlanan ben miyim? Bu, ben olamam!” çelişkisini yaşarız. İnanamayız duyduğumuz övgülere... Bu kez de korkarak, pısırıklaşarak, sinerek yeniliriz bu duygumuza. Endişemiz, beğenilme duygumuzdan da bizden de önce büyür. Öyle büyür ki, kendimizde keşfettiğimiz yeteneklerimizi sergilemekten bile çekinen biri olup çıkıveririz –ki çoğumuz böyleyiz-.
Bu grupların dışında kalanlar da vardır elbette. Ya da kaldıklarını öne sürenler... Ama asıl ağırlıklı olanlar, bildiğimiz kadarıyla bunlar. Ve neredeyse hepimiz, bu gruplardan birinin içinde yer alırız.
İçimizde, “Hayır, alkışlar beni asla etkilemez!” diyen biri var mı?
Ya da “Beni bir başkasının beğenmesi, umurumda bile değil!” deme yürekliliğini gösterebilecek birini tanıyor musunuz?
Vardır... Diyen biri, ille ki vardır. Ama sözde... Başta megalomanlar olmak üzere, birçoğumuz, alkışları, aferinleri umursamadığımızı söyleriz sık sık. Yeteneklerimizi, sıra dışılıklarımızı asla yadsımadan; alkış güvencesinden asla uzaklaşmamaya çalışarak, yaptığımız her şeyi kendimiz için yaptığımızı öne süreriz. Sanatı sanat için yapar, bilimi kendimizi eğlendirmek ya da merak ettiğimiz için geliştiririz... Hatta kimimiz işi öylesine abartırız ki, birden alçak gönüllü rolü oynayarak alkışlarımızı çoğaltmaya çalışırız.
Örneğin, güzel olduğumuzu söyleyene, “O, senin güzel bakışın!”; yetenekli olduğumuzu söyleyene, “Estağfurullah!” ya da “Senin/ sizin takdirini(zi) kazanabilmişsem, ne mutlu bana!” veya “Sana/ size layık olmaya çalışıyorum.” diyerek karşımızdakini/ karşımızdakileri daha çok alkışlamaları için kışkırtmaya çalışırız. Hatta “Senin/ sizin kadar olmasam da...” övgüsüyle, onu/ onları kendimizi alkışlamaya mahkûm bile ederiz. Çünkü bizdeki duygunun karşımızdakinde de olduğunun bilincindeyizdir.
Yazdığı şiirin, öykünün, romanın başkalarınca beğeniyle okunmasını; çizdiği resme başkalarının beğeniyle bakmasını; sahnede alkışlanmayı; buluşlarıyla övgü toplamayı; öğretmenliğiyle takdir toplamayı istemeyen birileri var mıdır, bilmiyorum... Ben rastlamadım böyle birine ama belki vardır, kim bilir? Her neyse...
Bunlar, biz beğeniye muhtaç olanlar için verilmiş örneklerdi.
Beğenilmeye ihtiyaç duymayanlara, hiçbir diyeceğimiz yok elbette. Onlar, her bakımdan üstün insanlardır, kuşkusuz. Dahası, kendilerine yetebilecek kadar, yalnız yaşamayı bile göze alabilecek kadar duygusal doygunluğa erişmişlerdir... Onlara bir diyeceğimiz elbette olamaz.
Ancak, ben bir şeyi çok merak ediyorum...
Hepimiz –yadsıyanlar da içinde-, birilerini beğenmez, bir şeylerden hoşlanmaz mıyız?
Beğeniriz elbette, hoşlanırız... Sanırım, buna kimse karşı çıkmaz; “Ben kimseyi beğenmem, hiçbir şeyden hoşlanmam.” demez, diyemez. Çünkü çok insanca bir duygu bu... Hele o beğendiğimiz bir insansa, özellikle de karşı cinsten biriyse, biz de kendimizi ona beğendirmenin yollarını aramaz mıyız?
Ben, ararım.
Aradım da...
Hâlâ da arıyorum.
Daha aklımın yeni yetmeye başladığı yaşta, hoşlandığım dayıkızının beğenisini kazanmak uğruna, yüzme bilmeden kendimi ırmağa attım; az daha boğuluyordum, son anda kurtardılar...
İlkokul sıralarında, daha sümüğünü emen bir çocukken, gönül verdiğim sınıf arkadaşım da olan komşu kızına kendimi beğendirmek uğruna, damdan atladım; az daha ölüyordum, tam zamanında hastaneye yetiştirdiler...
Ortaokulda, lisede, yeniyetmelik dönemimde; yani yeteneklerimi keşfettiğim dönemde, beğendiklerime –başta öğretmenlerim olmak üzere- kendimi beğendirmek uğruna, burnumu sokmadığım iş, katılmadığım etkinlik kalmadı. Kiminde başarılı, kiminde başarısız oldum...
Kimi zaman beğenilmenin hazzını, coşkusunu; kimi zaman beğenilmediğimi görmenin düş kırıklığını yaşadım... Ama asla kendimi beğendirme isteğinden vazgeçmedim.
Hâlâ da bu isteğimi sürdürüyorum. Hem de bir ya da birkaç kişi tarafından değil, birçok kişi, hatta herkes tarafından beğenilmek istiyorum. Yaptıklarım, yazdıklarım beğeniyle okunsun; dolayısıyla ülkeme, ülkemin çocuklarına yararlı olmak istiyorum. Yalnızca yaşadığım sürece değil, öldükten sonra da beğeniyle anılayım istiyorum... Kalıcı olayım, yararım sürekli olsun istiyorum.
Üstelik bunun yolunu da biliyorum... Çılgınca bir saldırganlıkla, becerebileceğim ya da beceremeyeceğim her şeye dalmamam gerektiğini de geçmişteki yenilgilerimden öğrendim. Yapabileceğimi en iyi yapmaya çalışmakla, bu beğeninin kalıcı olacağını da deneyimlerimle ve tanık olduklarımla kavradım. Başka türlüsünün, ancak geçici başarılar getireceğini, o süreçte birilerinin oyuncağı, kuklası olacağımı; sonra da sabun köpüğü gibi sönüp unutulacağımı, benden öncekilerden ve çağdaşlarımdan gözledim, tanık oldum...
Yani, ben hak ederek beğenilmenin, beğenildiğimi bilmenin eşsiz bir duygu olduğunu yaşayarak öğrendim... Şımarmadan, abartmadan, kendimi beğenmek gibi bir sapkınlığa düşmeden; sindirerek, daha ileriye taşıyarak daha mutlu olacağıma da inanıyorum.
Ve iddia ediyorum: Başkalarının beğenisine ihtiyacı olmadığını söyleyenler, en çok beğenilmek isteyenlerdir... Onlar, karşılarındakini kandırdıklarını sanıyorlar ama aslında kendilerini kandırıyorlar...
Kim beğenilmek, alkışlanmak istemez!