ÖZEL RÖPORTAJLAR

Yazar Erdal Çakıcıoğlu: “Işık Kaynağım Arkadaşlarım ve Öğrencilerimdir”

Hepimiz Aileyiz Kurumsal Icon hepimizaileyiz.com.tr
Yayın : 08.10.2011 - Güncelleme : 10.07.2022

Yazar Erdal Çakıcıoğlu Işık Kaynağım Arkadaşlarım ve Öğrencilerimdir

Eğitimci-Yazar Erdal Çakıcıoğlu

Yazar Erdal Çakıcıoğlu Işık Kaynağım Arkadaşlarım ve Öğrencilerimdir Erdal Hoca

Yazarın yakında yayınlanacak "Düş Gemisi" adlı kitabı, ilk gençlik dönemine yönelik bilim-kurgu tadında bir roman. Kitapseverlere duyurulur...

Meslek hayatımda birçok kişiyle röportaj yaptım ama bu seferki hepsinden ayrı bir tat verdi bana. Karşımdaki bana kitapları, edebiyatı, tiyatroyu, okumayı sevdiren biricik öğretmenim, Yazar Erdal Çakıcıoğlu’ydu çünkü.

Bunca yıllık öğretmenimin yazarlık özelliğini çok geç öğrenmiş olmanın üzüntüsünü yaşasam da, bir yandan da böylesine bir öğretmenin öğrencisi olmanın gururunu duyuyorum bir kez daha. Geç öğrendim, çünkü benim öğretmenim kendisinin bu kimliğini bizlere anlatmayacak kadar mütevazı ve ince fikirliydi.

Oysaki eminim benim gibi birçok öğrencisi de ne çok isterdik o yaşlarımızda böylesine özel bir öğretmenin yazdıklarıyla eğilmeyi…

Amacı çocuklara yönelik kendi deyimiyle kaliteli, eli yüzü düzgün yayınlar üretmek olan Akvaryum Yayınevi’nin Genel Yayın Koordinatörlüğü’nü yürüten Yazar Erdal Çakıcıoğlu, burada aynı zamanda edebiyatla ilgilenen genç yeteneklere destek oluyor.

Daha okul yıllarındayken yazdığı öykülerin birincilikler aldığını utana sıkıla anlatan Erdal Çakıcıoğlu'nu yazmaya teşvik eden işte bu ardı ardına aldığı birincilikler olmuş.

Bugüne kadar sayısız roman, araştırma, öykü, tiyatro oyunu ve çocuk öykü dizisine imza atan, yakında “Düş Gemisi” adlı bilim-kurgu tadında, ilk gençlik romanı türünde kitabı yayınlanacak olan Eğitimci-Yazar Erdal Çakıcıoğlu ile çocuk edebiyatı üzerine keyifli bir söyleşi yaptık. Umarım siz de okurken aynı keyfi yaşarsınız.

30 yılı aşkın bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra yazarlık kimliğinizle tanıştık. Aslında çocuk yaşınızda yazmaya başlamışsınız. "Kara Kız adlı öykünüzün "Öykü" dergisinde yayınlanmasıyla, edebiyat dünyasına adım attığınızı biliyoruz. Bu sürecin devamını sizden dinleyebilir miyiz?

“Kara Kız”dan önce başlıyor aslında benim edebiyatla ilişkim. Başlangıcı, lise sıralarındayken katıldığım bir öykü yarışmasında aldığım birincilikle oldu esasında. Öğrencilik yıllarımda da kompozisyon derslerinde öğretmenlerim yazdıklarımı çok beğenirlerdi. Yarışmaya da edebiyat öğretmenimin zoruyla katılmıştım. Aslında ben okulun futbol takımındaydım. O günde maç vardı. Tam formayı giymiş sahaya doğru koşuyordum ki, edebiyat öğretmenim yakaladı beni. Çıkardı sırtımdan formayı, atletimin üzerine ceket giydirdi ve yarışmaya soktu beni. Oranın yerel gazetesi ve Türkiye İş Bankası’nın ortaklaşa düzenlediği bir yarışmaydı bu. O yarışmada birincilik almam, yeni bir ufuk açtı bana. ‘Demek ki senin yazman gerekiyor’ diye düşündüm. İşte o yerel gazetelerle başladı, benim öykü yaşamım.

Sonra, bir başka öğretmenimizin çıkardığı bir dergide görev aldım. Kendisi çok iyi tanınır Mustafa Balel; Türkiye’nin en iyi yazarlarındandır. Onunla karşılaştığımda bana, Antalya Altın Portakal Film Yarışması’nın içinde bir öykü yarışmasının da olduğunu söyledi. Israrla yarışmaya katılmamı istedi; bu deneyimi yaşamamı ama bu yarışmadan bir şey beklemememi söyledi. Çünkü bu tür yarışmalarda, birincinin, ikincinin, üçüncünün önceden belli olduğunu söylemişti. Bu yüzden bir şey beklemeden katıldım ama ilginçtir yazdığım öykü dereceye girdi. Bu durum bana daha da bir güç verdi. Bunun ardından, Öykü dergisine “Kara Kız” adlı öykümü gönderdim. Öyküm, orada birçok olumlu eleştiri aldı. Daha sonra bir süre devam etti öyküler. Sonra üniversite yaşamı işin içine girince, o harala gürelede pek de üretken olamadım. Erzurum’da okudum üniversiteyi, hep gerilimin yaşandığı bir dönemdi o yıllar. Üniversiteyi bitirdikten sonra, öğretmenliğimin ikinci yılında İstanbul’a atandım. Orada Demokrat gazetesinde yeni bir serüven başladı.

"Yazan, Üreten İnsanların Ağır Bedeller Ödemesi Biraz Beni İçe Döndürdü”

Biz öğrencilerinizin bu durumdan pek haberi yoktu ama…

Genelde öğrencilerimle ilişki kurarken özgüvenli olduğum düşünülür ama aslında biraz çekingenimdir. Çok fazla kendimden söz etmeyi de sevmem; bu nedenle öğrencilerimi yönlendirmek istemezdim. Bir de öğrencilerimin kafasında, ‘Hocamızın kitabı çıkıyor, öyküsü çıkıyor alalım’ diye bir düşünce oluşsun istemedim. Bu yüzden öğrencilerime pek bahsetmiyordum bu çalışmalarımdan.

Sonra 1980 öncesinde, Demokrat gazetesinde hem çizdim hem yazdım bir müddet. Gazetede hem edebiyat üzerine eleştirmenlik yaptığım bir köşem, hem de karikatür köşem vardı. Daha sonra Cumhuriyet gazetesinde bir süre çalıştım. Çok kısa sürdü; çünkü hemen 12 Eylül dönemi geldi. O dönemin rüzgârları tabi bizi de aldı götürdü. Basılmaya hazır bir kitabım yok oldu o yıllarda. Bir süre o sıkıntıyı yaşadıktan sonra, uzunca bir dönem yazmaya ara verdim. Biraz küskünlük gibi bir şeydi. Çünkü yazan, üreten insanların ağır bedeller ödemesi biraz beni içe döndürdü.

Sonra, bir gün yine bir yarışmadan söz edildi. Okul müdürümüz benden habersiz okuldaki bir tören için yazdığım öyküyü

göndermiş bu yarışmaya. O da birincilik aldı; beğenmişler, sağ olsunlar. Sonra bir gazetenin açtığı yarışmada birincilik aldı öyküm. Ardı arına böyle başarılar gelince de yazayım dedim artık ve böylelikle yazmaya yeniden başladım.

“Çocuk Edebiyatında Gerçekten Bir Yayın Çöplüğü Oluşturulmuş”

Emekliliğimden üç yıl önce falan başladım yazmaya. O arada, yaklaşık 10-15 tane kitabım çıktı. İlk kitabım, Şimşek Yayınları’ndan çıkan “Atasözleri Deyimler Sözlüğü” idi. Sonra Buhan Yayıncılık'da bir süre çalıştım. Orada daha çok kaynak kitaplar üzerine yoğunlaştık. Sonra Yakamoz Yayınları’nda bir süre çalıştım. Orada; roman, öykü, araştırma alanında epey kitabım çıktı. 4 yıldır da Akvaryum Yayınevi’ndeyim.

- Çocuklar için yazmak nasıl bir duygu?

Burada çalışmaya başladıktan sonra, çocuk edebiyatına yöneldim. Çocuk edebiyatında gerçekten bir yayın çöplüğü oluşturulmuş durumda. Karınca kararınca bu çöplüğün içinde çiçek yetiştirmeye çalıştık biz.

Akvaryum Yayınevi'ne gelirken iki amacım vardı: Birincisi, yetenekli olup da önü kapalı olan genç yazarların önünü açmaya çalışmak –ki buradaki görevim biraz da buna hizmet ediyor-ikincisi de çocuklara dönük gerçekten kaliteli, eli yüzü düzgün yayınlar üretmek. Çünkü gerçekten de çocuk edebiyatı diye bir şey var; ama bu durum ne ülkemizde ne de dünyada çok iyi anlaşılmış. Yani ne çocuk pedagojisi çok iyi anlaşılmış ne de çocuk diye bir yaş grubu kabul edilmiş. Adından söz ediliyor ama ne olduğu yeterince henüz bilinmiyor. Türkiye’de herkes ahkâm kesiyor ama esasında yeterince üzerinde araştırma yapılmamış bir alan bu. Sadece çocuklar değil, ilk gençlik dönemi de aynı. O dönemler yok sayılıyor adeta.

Yazar Erdal Çakıcıoğlu Işık Kaynağım Arkadaşlarım ve Öğrencilerimdir Erdal Hoca

Yazar Erdal Çakıcıoğlu ve Cansu Buldu Çan

- Son yazdığınız kitap “Düş Gemisi” tam da bu bahsettiğiniz ilk gençlik dönemine yönelik. Peki nedir bu ilk gençlik dönemi?

Çocuklukla ergenlik arasıdır ilk gençlik dönemi. Yani ne çocuk ne de genç denir onlara; ama hem çocuktur hem de gençtir aynı zamanda. Bu geçiş dönemi çokta duyarlı bir alandır esasında. Bu yüzden çok dikkat etmek gerekiyor; çünkü bütün kırılmalar o alanda oluyor. Ya sokağa gidiyor çocuk çünkü önünde yanlış örnekler dizi dizi: Televizyonda, gazetede, internette hemen hemen her alanda yanlış örneklerle karşı karşıyadır. Ya ona dönük bir hamle yapacaksınız onu doğru alana yönlendirebilmek için ya da onu kaybedeceksiniz.

Dünyada da yok sayılmış bir kuşak, bu kuşak. Onlara dönük ne bir edebiyat çalışması, ne de bir sanatsal etkinlik çalışması var. Ya genç sayılmışlar, yaşlarının çok üzerinde birtakım beklentiler oluşmuş ya da çocuk sayılmışlar yaşlarının çok altında bazı durumlar gelişmiş. Bu nedenle de bu alana biraz yoğunlaşmamız gerektiğini düşündüm.

Çocuklukla ergenlik arasıdır ilk gençlik dönemi. Yani ne çocuk ne de genç denir onlara; ama hem çocuktur hem de gençtir aynı zamanda. Bu geçiş dönemi çokta duyarlı bir alandır esasında. Bu yüzden çok dikkat etmek gerekiyor; çünkü bütün kırılmalar o alanda oluyor. Ya sokağa gidiyor çocuk çünkü önünde yanlış örnekler dizi dizi: Televizyonda, gazetede, internette hemen hemen her alanda yanlış örneklerle karşı karşıyadır. Ya ona dönük bir hamle yapacaksınız onu doğru alana yönlendirebilmek için ya da onu kaybedeceksiniz.

Dünyada da yok sayılmış bir kuşak, bu kuşak. Onlara dönük ne bir edebiyat çalışması, ne de bir sanatsal etkinlik çalışması var. Ya genç sayılmışlar, yaşlarının çok üzerinde birtakım beklentiler oluşmuş ya da çocuk sayılmışlar yaşlarının çok altında bazı durumlar gelişmiş. Bu nedenle de bu alana biraz yoğunlaşmamız gerektiğini düşündüm.

“Düş Gemisi” ne zaman çıkacak, yeni kitabınızdan biraz bahseder misiniz?

“Düş Gemisi” basılmaya hazırlanıyor; bu ay çıkar büyük bir ihtimalle. Biraz bilim-kurgu türünde, ilk gençlik dönemine hitap ediyor. Burada farklı bir anlatım tarzı denedim. Bu özelliğinden dolayı belki ilginç gelecektir okuyucusuna. Okuyucuyu da romanın kahramanlarından biri yaptım. Roman yazarı, düşünde okuyucusunu görüyor. Birlikte bir serüven yaşıyorlar, ona sürekli hatırlatmalar yapıyor, sanki o da aynı düşü görmüş gibi. Kitapta aynı zamanda evren ve gezegenler anlatılıyor. Dediğim gibi, kitabın aynı zamanda bilimsel bir yanı da var. Böyle bir deneme yapalım dedik. Eğer ilgi görürse, devamını getirebiliriz.

- Ne kadar bir zamanda ortaya çıktı?

"Düş Gemisi" fikri üç yıl önce, çocuk edebiyatını ilk düşünmeye başladığımda vardı aklımda. Ama farklı bir şekilde vardı; bu kadar ayrıntılı düşünmemiştim. Fakat bu kitabı yazmak bir hayli zamanı aldı. Neden aldı? Çünkü bilimsel birtakım bilgiler verme derdi içine de düştük biz. Çünkü çocuklara birtakım teorik bilgiler de vermek gerekiyordu. Doğru şeyleri aktarmak durumundaydık. Doğru bilgiye ulaşabilmek ve bunu en iyi şekilde aktarabilmek adına araştırma süresi bir hayli zamanımı aldı diyebilirim. Araştırmadan arta kalan yazım süresi, bir ay kadar falan sürdü.

- Süre neye göre uzuyor?

“Düş Gemisi”nden önceki romanım “Uyan Dimme Gün Işıyor!” yaklaşık 2 yılımı almıştı. Kafanızda bir şey oluşuyor diyelim ki; kurguluyorsunuz yazmayı, planınızı oluşturuyorsunuz ona göre; yazmaya başlıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ki roman almış başını gidiyor, sizi sürüklüyor peşinden; başka bir alana gidiyor. Kurguladığınızın tamamen dışında bir şey gelişiyor. Eğer içinize siniyorsa devam edip gidiyor, sinmiyorsa sil baştan yapıyorsunuz. Ya da öyle bir noktaya geliyorsunuz ki tıkanıyorsunuz.

Yazar Erdal Çakıcıoğlu Işık Kaynağım Arkadaşlarım ve Öğrencilerimdir Uyan Dimme Gün Işıyor

“Uyan Dimme Gün Işıyor!” dönemsel bir romandı. 60-70’li yılları anlatıyor. O dönemin siyasi gelişmelerini çok iyi bilmek gerekiyordu; çünkü ben de o dönemlerde çocuktum. Bizden öncekiler yaşamıştı o dönemi. Orada geçen bazı tarihsel olayları birinci ağızdan dinlemek gerekiyordu.

Kitaplardan araştırmakla doğru sonuca ulaşamıyorsunuz her zaman. Romandaki olayı bizzat yaşayanlarla görüştüm. O kişileri bulmak zaten yaklaşık birkaç ayımı aldı. Olayın yaşandığı fabrika şu an okul örneğin. Oraya gitmek, orayı görmek gerekiyordu. Çünkü romanda yer betimlemesi yapıyorsunuz, doğru tasvir etmeniz gerekiyor. O döneme tanıklık etmiş birçok kişi var.  Bu romanı okuyanlara;  “Olaylar gerçekten o dönemde böyle cereyan etmişti” dedirtmeniz gerekiyor. Böyle de eleştiriler geldi zaten.

Hatta biri sordu bana: "Sen kaç yaşındasın ki bunu bu kadar yaşamış gibi anlatabilmişsin?" Amcam yaşamıştı diye cevaplayım geçiştirmiştim.  Ama hikâyedeki Celal’le bizzat gidip tanıştım; belki de şimdi vefat etmiştir ama onun anlattıklarından yola çıkarak yazmıştım.  Yani bir şey yazarken, eğer ortada bir iddia varsa o zaman araştırma yükümlülüğünüz doğuyor. Bu durumda doğal olarak romanın ortaya çıkma süresini uzatıyor.

Yazdığınız türe göre de değişiyor bu süre tabi. Kimileri oturuyor internetin başına senin, benim, onun, bunun yazdığıyla bir gecede roman yazdım diye karşına geçebiliyor.  Tanıdığım yazarların cümlelerine rastladığım çok kitaba rastlıyorum.

Daha önce çalıştığım Yakamoz Yayınevi’nde biri, bir gecede kitap yazdı. Bir gün önce sansasyonel bir olay yaşandı Türkiye’de. Bir gün sonra adam romanını getirdi önümüze. Sen bunu hangi arada yazdın?  İlginç bir şey de söyleyeyim sana, üstelik onun o bir gecede yazdığı senin yazdığının 10 katı satıyor. Bizim insanımız magazinsel olayları daha çok seviyor ve bu konularda bir kitap yazıldığı zamanda tutuyor.

“Düş Gemisi”nin okuyucusuna verdiği bir mesaj var mı?

Mesaj kaygısıyla oluşturulan kitaplar çokta yararlı olmuyor. Bu konuyla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum. Bir kitabımın imza gününün sohbet bölümünde, 7. sınıf öğrencisinin öyle olgunca soruyla karşılaştım ki o anda şaşırdım kaldım:  “Affedersiniz bir şey söylemek istiyorum. Soru değil benimkisi. Nedense ille de hep öğüt verilen bir grup gibi görüyorsunuz bizi. Bizim kendimize göre bir algımız, bir anlamlandırmamız yok mu? Siz sadece öyküyü yazsanız da biz kendimiz çıkarsak o mesajı daha iyi olmaz mı?” dedi.

Yakamoz Yayınevi’ne kalınca bir masal kitabı hazırlamıştım zamanında. Onlar tutmuşlar her masalın sonuna kıssadan hisse koymuşlar.  Çocuğun da eleştirisi bunaydı, niye yazıyorsunuz ille de kıssadan hisse diye.

Öyle bir titredim ki böyle bir yorum karşısında… Ben de bundan sonra yazdıklarımda ve yazacaklarımda öğüt vermemeyi düşünüyorum.

Gerçekten çocuk edebiyatının problemlerinden biri de bu. Karşınızdakini hep küçük görme, yani biz daha çok ilerdeyiz, o yüzden entelektüeller -sözde entelektüeller!- arasında sıkça kullanılır  ‘halka inme’; inme sözü kadar alçakça bir şey yok! Sen nerdesin ki?!

Edebiyatçıysan, yazarsan, çizersen ya da herhangi bir sanat dalıyla ilgileniyorsan çocuklara yalnızca vermek istediğinizi iletin; o ne algılıyorsa algılasın. Bırakın içindeki mesajı kendisi çıkarsın.

“Düş Gemisi”nin dışında yine bu döneme ilişkin yeni bir çalışmanız var mı?

Yakında ilk gençlik dönemine ait, 30 kadar özgün roman yayınlayacağız. Niye özgün romanlar? Çünkü zamanında dünya edebiyatından bazı romanlar seçilmiş o döneme ait olduğu öne sürülen; ama dönüp onları incelediğinizde görüyoruz ki aslında hiçbiri o döneme ait değil, genelde yetişkinlere yönelik hazırlanmış eserler aslında. Bu yüzden, özgün ve ilk gençlik dönemine yönelik olmasına bilhassa dikkat ettik.

“Korkuya Dayalı Olan Şey Saygı Değil, Teslim Olmadır”

- Çocuk kitabı yazarken mi yoksa yetişkinlere yönelik roman yazarken mi daha çok zevk alıyorsunuz?

Çocuklara yönelik kitap yazarken daha büyük zevk alıyorum; çünkü kendinize yönelik geriye dönüşü de sağlıyor bir yandan. Örneğin bir öğretmenin nasıl olması gerektiği üzerine bir öykü yazıyorsanız, kendi öğrencilik yıllarınıza geri dönüyorsunuz. Çocuk edebiyatına yönelik bir şeyler yazdığınızda aslında kendinizle de bir anlamda hesaplaşırsınız.

Öğretmenle-öğrenci arasındaki o sevgi bağının önemine değinip de onu su yüzüne çıkardığınız zaman,  geçmişte böyle bir sevgiyi kendinizin yaşamadığını görüyorsunuz. Bizim çocukluk yıllarımızda öğretmen bir korku öğesiydi. Bu durum sizlerin zamanına kadar gelmiştir: “Eti senin kemiği benim” derlerdi aileler… Evimizde otururken bile annemiz-babamız ders çalışmamızı sağlamak için: "Bak öğretmenin camdan bakıyor!" derdi.

Bizim zamanımızda lise yıllarında kasket takılırdı. Öğretmenimizle caddede karşılaştığımızda hemen asker selamı verirdik. Belki öğretmenimiz selamımızı görmemiştir korkusuyla köşeyi yeniden döner, gelir bir daha karşısına çıkar, göstere göstere tekrar selam verirdik. Bu saygı değildi, korkuydu.

Saygı bambaşka, saygı sizinkidir. Ben de çok ideal bir öğretmen olduğumu iddia etmiyorum ama sizinle aramızda olan iletişim tamamen sevgiye dayalıydı. Onun için saygı duyuyordunuz, ben de size saygı duyuyordum.

Korkuya dayalı olan şey saygı değildir, teslim olmadır aslında; çaresizliktir. Kitapları yazarken biraz bu tür şeyleri de düşünmeye başlıyorsunuz. Bir tür hesaplaşma gibi. Kendi yaşayamadığınız şeyleri yansıtıyorsunuz. Günümüzde demek ki bayağı bir aşama kaydedilmiş diye düşünüyorsunuz.

“Çocuk Öykü Dizisi Hazırladığım Sürede Rahatlıkla İki Roman Yazabilirim”

Yazar Erdal Çakıcıoğlu Işık Kaynağım Arkadaşlarım ve Öğrencilerimdir Alican Öykü Dizisi

Yazar Erdal Çakıcıoğlu Işık Kaynağım Arkadaşlarım ve Öğrencilerimdir Ceren Öykü Dizisi

Yazar Erdal Çakıcıoğlu Işık Kaynağım Arkadaşlarım ve Öğrencilerimdir Gökkuşağı öykü dizisi

Yazar Erdal Çakıcıoğlu'nun çocuk öykü dizilerinden bazıları

- Çocuklara özel kitap yazarken nelere dikkat ediyorsunuz?

Çocuklara yönelik kitap hazırlarken, hem anne baba gözüyle -aynı zamanda anne babayız çünkü- hem eğitimci gözüyle hem de çocuğun gözüyle bakmaya çalışıyoruz her şeye. Bu nedenle, çocuk edebiyatında eser üretmek gerçekten çok zor. Kolay kolay da kimsenin cesaret edip gireceği bir alan değil. Anlatıma çok dikkat etmek gerekiyor. Seçtiğiniz konudan, yazdığınız kelimeye kadar her şey çok önemli. Aynı zamanda yazdıklarınız hem eğlendirici hem de öğretici olmalı. Ben bir çocuk öyküsü dizisini hazırladığım sürede rahatlıkla iki roman yazabilirim.

Çocuğun bir birey olduğunu düşünmek gerekiyor. Kaç yaşında, hangi zekâ düzeyinde olursa olsun karşınızdaki sonuçta bir insan. Öyle görmek zorundasınız. Bir bebeğin bile kendince yorumları vardır. Çocuğunuzun size olan tavrıyla bana olan tavrı aynı olur mu hiç? Ya da ona yüksek sesle bir şey söylediğin anla, onu okşadığın an tepkisi aynı olur mu size karşı? Demek ki o da birtakım yargılara sahip. Çocuğa saygı duymak gerekiyor.

- Hep merak etmişimdir, yazarların kitaplarının konularını seçerken beslendikleri yerler nelerdir diye. Konularınızı nasıl buluyorsunuz? Karakterlerinizi nasıl seçip oluşturuyorsunuz?

Bir edebiyat öğretmenim derdi ki: “Her yazarın eserinde mutlaka kendisi de vardır.”  Yani bakmakla görmek arasındaki fark budur. Hepimiz bir şeyler yaşıyoruz. Hepimizin yaşamında da mutlaka çok renkli anlar vardır. Ama gerek yaşadıklarımıza gerekse şahit olduklarımıza  kimilerimiz bakarız kimilerimiz ise görürüz. Senin biraz yeteneğin, ilgin ve belli bir birikimin varsa o gördüğün şey ipucu olur sana; oradan yola çıkarsın. Bir anda içinizde bir şimşek çakar ve o allak bullak eder seni. Ben bunu mutlaka yazmalıyım dersiniz. Yazmaktan başka bir şey de sizi rahatlatmaz böyle bir durumda. Öyle bir duygu bu. Tabi ki yazarken de okuduklarınızın, birikimlerinizin, sözcük dağarcığının etkisi büyüktür. 

Yazma düşüncesi okuyunca oluşmaz. Bende oluşmadı daha doğrusu. Ama okudukça kendine güvenin artıyor. Bazı edebi eserleri görüyorsunuz, benim yazdığımdan daha kötü diyorsunuz. Demek ki ben daha rahat yazarım diye düşünerek moral kazanıyorsun. Ya da tam tersi de olabilir. Çok renkli bir eser okumuşsanız böyle bir şeyi ben yapamazdım diye de düşünebilirsiniz. Ama yazma konusundaki kararı o içinize çakan şimşekler tetikliyor.

Bir öykü düşünürsünüz ya da bir roman tasarlarsınız ama o romanla hiç ilgisi olmayan bir karakteri getirir yerleştirirsiniz oraya bazen. Çünkü hayatınızda iz bırakmıştır o kişi ya da bir şekilde ilginizi çekmiştir.

Kimi yazarlar inzivaya çekilip bir çiftlik evinde yazmayı tercih ederken, kimileri kalabalığın en yoğun yaşadığı mekânları tercih edebiliyor. Peki yaz siz?

Kalabalık içinde yazmak, genelde biriktirme içindir. Gözlem yapmak için kalabalık da olmak gerekiyor çünkü. Küçük küçük notlar alıyorsun, yazma değildir bu. Yazarken tabiî ki sessiz bir ortam gerekiyor. Çünkü o beyninizde biriktirdiğiniz şeylerin açığa çıkabilmesi için sessizlik şart. Çünkü onlar gürültüden korkak, geri kaçarlar; yani öyle bir şeydir yazmak. Aksi takdirde dikkatiniz dağılıyor ve düşünceden kopmuş oluyorsunuz.

Orhan Veli şiirlerinin ana hatlarını lokantalarda, kahvehanelerde oluştururdu, Saik Faik de öyle. Ama ana çizgilerini belirliyorlar, notlarını alıyorlardı o tür ortamlarda. Sonra evlerine gidip yazıyorlardı. Yoksa o kahvehanelerde, o tavla seslerinin arasında yazma ihtimali var mı insanın, yok tabiî ki.

- Yazmak yetenek işi midir? Öğrenilebilir mi?

Yazma konusunu iki şekilde düşünmek gerekiyor: Biri edebiyattan anlamak, diğeri edebi olmayan araştırma-eleştirel yazılar yazma. İkincisini eğitimi ve belli bir birimi olan herkes yapabilir. Ama edebi bir şey yazabilmek için mutlaka yetenek şart. Tabi ki eğitimle birlikte.

Eğer yeterli birikimi yoksa ne kadar yetenekli olursa olsun çok bir şey çıkaramaz. Ama o yeteneğine bir de birikim, eğitim eklenmişse çok güzel şeyler ortaya çıkıyor.

Bizim bir yazarımız ilkokul mezunu, adı Sadık Sonkur. Fakat yazdığı şeyler değme yazarlarda yok. Sadece yazarlık için değil, ressam olmak için de tek başına yetenek gerekmiyor. Eğitim de gerekiyor. Bu eğitim ille de okul eğitimini kast etmiyorum. Yani herhangi bir usta-çırak ilişkisiyle de bu yetenek gelişebilir. İlgi, bilgi, birikim, yetenek ve eğitimin bir arada olması gerekiyor yazmak için. Bir yazarda bu özelliklerin hepsi olmalı.

- Pişmanlıklarınız var mı?

Ben yaptığım her şeyle gurur duyuyorum ama tabiî ki pişmanlıklar yaşadım. Gerek öğretmenlik gerek yazı hayatımda gerekse özel hayatında pişmanlıklarım olmuştur. Eğer insansak zaaflarımızla, eksikliklerimizle insanız. Hiç kimse mükemmel değil. Bu yaşta bile bir sürü hata yapıyorum. Kimseye hissettirmemeye çalışıyorum ama kendimle hesaplaşmalarım zaman zaman oluyor. O hesaplaşma sırasında şunu yapmasaydım iyi olurdu dediğim de oluyor.

- Kitaplarınızı kime okutursunuz?

Öğretmenken yazdıklarımı önce öğrencilerime okuturdum. Biraz edebiyata meraklı biri denk gelmişse: ‘Al şunu oku, yarın da gel eleştir’ derdim. Çocuk kitaplarını daha çok çalışma arkadaşlarıma okuturum. Onlar eğer kafalarını sallıyorlarsa olmuştur, yoksa da zaten önerilerini alırım. Değiştirmem gerekiyorsa da değiştiririm. Ama birilerine mutlaka okuturum. Çünkü sen, senin gözünle bakıyorsun ama senin göremediğin bir yeri başka biri bazen çok rahatlıkla görebilir.

- Sizce bir yazarın topluma karşı görevleri nelerdir?

Toplumun malıdır yazarlar. Sadece yazarlar değil tabi bütün sanatçılar toplumun malıdır. Bazıları: “Benim özel hayatım var, bu kimseyi ilgilendirmez” diyebiliyor. Eğer sıradışı bir isim olmaya karar vermişseniz -ki sanatçı sıradışıdır- o zaman artık kendiniz değilsinizdir siz. Örnek tipsinizdir. Artık birileri size bakarak kendine yol çizecektir. Günümüzde birçok gencin olumsuz tavır sergilemesinin nedeni ‘Benim özel hayatımdır…’ diyenleri kendilerine örnek almaları yüzünden değil midir?

Bilgisiz, tecrübesiz, yeteneksiz ve görgüsüzler yüzünden hızla kirleniyor ortam. Bir sanatçının örnek olma gibi bir sorumluluğu vardır. Bu yüzden biz artık kendimiz olmaktan çıkmışızdır. Bizler evimizde bile örnek olmak zorundayız.

- Bir romanın başarılı olabilmesi için sizce olmazsa olmaz koşul var mıdır?

Var. Yanıltıcı olmamak çok önemli. Yani, yazdığınız masal dahi olsa gerçekle bağının olması gerekiyor. Gerçek kişi olmayabilir. Diyelim ki bir fabl yazarsınız hayvanları konuşturursunuz ama anlattıkları şeyler gerçektir. Yazdığınız bir bilim kurgu dahi olsa anlatılan olayın gerçekle bağı olmalı mutlaka.

Çok uçuş kaçık, sürrealist konuların yazılması çok fazla yararlı sonuçlar vermiyor. Daha çok kafa karıştırmaya neden oluyor. Kitap, kafa karıştırmaktan uzak olmalı ve çok yalın olmalı. Söz oyunlarına çok fazla merak salıp karşındakinin çok fazla kafasını karıştırmamak gerekiyor.

- Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar mısınız?

Tabi ki yazarım. O zaten sizin elinizde değil ki. O içinizden gelen duygu aldırıyor elinize kalemi; başlıyor yazdırmaya. Siz zaten birileri okusun diye yazmıyorsunuz. Bir şey üretmek için yazıyorsunuz. Bu yıl okunmayan bir eseriniz on yıl sonra okunabiliyor. Bazı kitaplar vardır her dönem zevkle okunur. Aradan bin yıl geçse dahi değeri yine aynıdır. Çünkü insanın genel yapısı, genel kavramlar üzerinde durulmuştur. Önemli olan yarınlara kalıcı bir şeyler bırakmaktır. Her aklınıza geleni değil, gerçekten farklı olduğuna inandığınız şeyleri yazmanız gerekir.

“Bir Sanatçı Önce Kendi Olabilmeyi Becerebilmeli”

- En çok hangi yazarları okuyorsunuz?

Hepsini, hiç ayırt etmem.

- Kimlerden etkileniyorsunuz?

Orhan Kemal, Aziz Nesin, Tarık Buğra’yı severim, Yaşar Kemal zaten ayrı bir idol hepimiz için. Ama bir şeyin altını çizmek gerekiyor, bir şey yapmak istiyorsanız hizmet vermek sıkıntısı içine sokmamalısınız kendinizi.

Örneğin ben gençlik yıllarımda şiir yazarken ille de Nazım Hikmet’e benzetmeye çalışırdım yazdıklarımı. Oysa böyle bir zorlama seni yapmak istediğin şeyden de uzaklaştırır. Dolayısıyla bir süre sonra özgün de düşünemiyorsun, taklit yapa yapa taklitçi olup çıkıyorsun. Bir sanatçı önce kendisi olabilmeyi becerebilmeli.

- Çok satan kitaplar ilginizi çeker mi?

Yaşadığımız sistem kapitalist sistem. Kapitalizmin kendine göre ölçüleri var. Kendi ideolojisini öne çıkarmak adına kalem oynatan, fırça oynatan herkes onun mahkumudur. Örneğin, sen de tanık olmuşsundur daha adam kitabını yazmadan reklamı başlar. Oysa adamın aklında daha o kitabın düşüncesi bile yoktur. Sonra ortaya bir ucube çıkar. Gerçekten okumayacağın bir kitap ne hikmetse bir anda yüz binler satar. O yüz binler konusu da biraz tartışmalı. Türkiye’de toplam okuyucu sayısı ortadayken bir kitap nasıl basılır basılmaz yüz binler satar; o da ayrı bir muamma…

- Nasıl takip edersiniz edebiyat dünyasını?

Kitap fuarlarını kaçırmam. Sıkça söz edilen kitaba özellikle gider bakarım; karıştırırım, incelerim birkaç cümlesini okurum.

- Ne kadar bir sürede notunu verirsiniz?

Çok çabuk. Çünkü bir paragraf yetiyor çoğu zaman karar vermem için. Tabi kendine göre bunu okumalıyım ya da okumamalıyım diye düşünürsünüz. Bu kitap iyidir veyahut da kötüdür demek bize düşmez, hiç kimseye düşmez. Ben kendi adıma karar veririm. Bunu kaçırmamalıyım derim. Bütün koşullarımı zorlar, alırımda. Ya da bu kadar değmezmiş reklama derim kendimce. Ama tabiî ki insan etkileniyor reklamlardan.  Baktığınız her yerde, duyduğunuz her şeyde her an karşınızdadır çünkü.

Üniversitede bir hocamız reklamı tanımlarken derdi ki: “Reklam, kötüyü iyi tanıtmadır.”  Reklamı yapılan her şey kötüdür demek istemem ama reklamı yapılan her şeye de çok rağbet etmemek gerekiyor; bu kitap dahi olsa.

Yazar Erdal Çakıcıoğlu Işık Kaynağım Arkadaşlarım ve Öğrencilerimdir Erdal Hoca

Yazar Erdal Çakıcıoğlu, dostları ve çalışma arkadaşları Akvaryum Yayınevi İlköğretim Kaynak Kitapları Yayın Yönetmeni Tamer Topoğlu ve yayınevinin Ressamı Esra Oğunday Bakır ile.

- Yazmak dışında yapmaktan hoşlandıklarınız nelerdir?

Benim en çok hoşlandığım şey, belki garibine gidecek ama arkadaşlarımla oturup çay içmek. Çalışma arkadaşlarım Tamer Beyle, Esra’yla Alper’le bir de Sevil Hanımla geçirdiğim zamanlarda müthiş fikirler oluşuyor kafamda. Hele özellikle Tamer Beyin ağzından çıkan bir söz, bir bakıyorum kafamda kıvılcımlar çıkarıyor.

Öğretmenlik yıllarımda, Hasan Beyle, Hüdaverdi Beyle geçirdiğim anlar özeldi benim için. Onlarla öyle 15-20 dakika okulun bahçesinde sohbet ettiğimizde bile her sohbetten bir öykü çıkarmışımdır. Işık kaynağım arkadaşlarım ve öğrencilerimdir.

“Geleceğe Dönük Planlarının Bittiği Yerde Yaşamanın da Bir Anlamı Kalmaz”

- Gerçekleştirmek istediğiniz projeleriniz nelerdir?

Benim dışımda gelişecekler için plan kuramam ama örneğin torunlarım dünyaya geldikten sonra yeni planlar oluşuyor kendiliğinden. Ama onlar olmasa bile, insanın mutlaka geleceğe dönük planları olmalı bence. Geleceğe dönük planlarının bittiği yerde yaşamanın da bir anlamı kalmıyor. Daha yapacağım çok şey olduğuna inanıyorum; daha çok gencim.

- Hayattaki duruşunuzu en iyi özetleyen söz nedir desem?

Boyun eğmemek ve dürüst olmak. Söyleyeceğiniz söz, size bir şeyler kaybettirse de söylemelisiniz. Sevginin her kapıyı açacağına da inanırım. Bu üçü, benim merkezimi oluşturuyor.

Değerli açıklamalarıyla bizleri aydınlatan Yazar Erdal Çakıcıoğlu'na hepimizaileyiz.com ailesi olarak teşekkür ederiz.

Röportaj: Cansu BULDU ÇAN

Dikkat: Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kopyalanamaz, hiçbir şekilde kullanılamaz.

Konular :