ÖZEL RÖPORTAJLAR

“Keşke Bu Kitabı Cinayeti İşlemeden Ogün Samast Okusaydı”

Hepimiz Aileyiz Kurumsal Icon hepimizaileyiz.com.tr
Yayın : 12.12.2011

Fikret_YILDIRICI

Yazarımız Fikret Yıldırıcının Yeni Kitabı Tatavlanın Kurdu Yayınlandı

Keşke Bu Kitabı Cinayeti İşlemeden Ogün Samast Okusaydı

Yazar Fikret Yıldırıcı'nın ilk kitabı "Palamut Zamanı Aşk"da aşık olmanın bütün sancıları ve çekiciliği anlatılıyor... Aşka inananların kitabı...

Bir zamanlar nüfus çoğunluğunu rumların ve ermenilerin oluşturduğu semt olan Kurtuluş'un eski adının "Tatavla" olduğunu biliyor muydunuz? Ben de bu bilgiyi, Yazar Fikret Yıldırıcı'nın yeni kitabı "Tatavla'nın Kurdu"ndan sonra öğrendim doğrusu... Boşa demiyorlar kitap demek kültür demektir diye...

Geçtiğimiz günlerde TÜYAP Kitap Fuarı'nda lansmanı yapılan Fikret Yıldırıcı'nın yeni kitabı "Tatavla'nın Kurdu"nda, son yıllarda okuduğum en akıcı, sürükleyici, şaşırtıcı dille anlatılmış, çarpıcı birhikaye anlatılıyor.Konusu ise muazzam: Tarihten bugüne çözülmemiş ırkçılık sorununa son derece hümanist bir dille yaklaşan yazar, aşk ile harmanladığı kitabında, aslında hayatımızı bir hiç için heba etmeye değer mi diye soruyor içten içe....

Ermeni-Türk, Türk-Kürt, Sağ-Sol kavramlarının insanın özünü nasıl değiştirdiğini hissedeceğiniz, okurken adeta nefessiz kalacağınız bir kitap... Bence mutlaka okunacak kitaplar listesindeön sıralarda yer almalı.

Yeni kitabından özel hayatına kadar birçok sorumu içtenlikle cevaplayan, aşkı: "Kör bir erkeğin, sağır sevgilisine 'Çok güzelsin seni çok seviyorum'olarak tanımlayanYazar Fikret Yıldırıcı'yı daha yakından tanımaya ne dersiniz...

Edebiyat dünyasına “Palamut Zamanı Aşk”la adım attınız. Şimdi de “Tatavla’nın Kurdu”yla yeniden okuyucunuzla buluşuyorsunuz. Peki ama uzun yıllar özel sektörde görev yaptıktan sonra yazma fikri nasıl doğdu?

Hayatın akışına kendinizi bıraktığınızda, bir süre sonra robotlaştığınızı hissediyorsunuz. Yaptığınız her şeyi, istem dışı kas hareketleri ile yaptığınızı zannediyorsunuz. Bir gün kendime şu soruyu sordum: “Hayatımın amacı nedir?” ve cevabını vermekte zorlandım. Sonra yapmak istediklerimin bir listesini oluşturdum, listelediklerimden biri de kitap yazmaktı ve iki sene içinde iki kitap yazdım.


Okuyucu sizi yeni yeni tanıyor malum, biraz kendinizden bahseder misiniz?

Doğum yerim Bursa olarak gözükse de aslen Rize Ardeşen’liyim. Babam TSK'da Astsubay rütbesiyle görev yapıyordu, bu yüzden çocukluğum Anadolu’nun farklı illerinde geçti. Ortaokul yıllarında İstanbul’a taşındık. Lise, üniversite derken iş hayatında buldum kendimi. Satış-Pazarlama alanında Türkiye’nin sayılı FMGC şirketlerinde yöneticilik yaptım ve aynı pozisyonda çalışmaya devam ediyorum. Bir kız çocuğu sahibiyim. Kitap yanında, beste ve güfte çalışmalarım var.

Yeni kitabınızda son derece cesur bir üslupla yarası kapanmayan davaları eşeliyorsunuz: Sağ-Sol kavramları, Ermeni-Türk üzerine oturmuşsunuz hikâyenizin ana temasını ama içindeki aşk hikâyesi de şaşırtıcı iniş çıkışlarıyla okuyucusunu sıkmaya fırsat vermiyor. Böylesine bir konuda kitap yazma fikri nasıl oluştu sizde?

Farkında mısınız bilmiyorum, sanki içimizdeki barışı kaybediyoruz, bir deprem oluyor ve birilerimiz: “Oh size iyi oldu!” diyebiliyor (!) Sınırlarımız içinde ve dışında sanki savaşa bir adım kaldı gibi hissediyorum ve korkuyorum, çocuklarımız için korkuyorum. Aslında kitabımda insanların, ülkelerin bir birine duydukları nefretin ne kadar anlamsız olduğunu anlatmaya çalıştım. Sonuçta “hepimiz insanız” demek istiyorum. Savaşın karşıtı olarak tek bir silahımız var bence o da “ aşk”. Eğer bu kitaptaki gibi aşk yerine, savaşı seçerseniz neler kaybedebileceğinizi anlatmak istiyorum.

Okurken sanki gerçek bir hikâyeyi okuyormuşuz hissi uyandıran kitabınızın gerçekle uzaktan yakından bir ilgisi var mı? Yaşanmış bir hikâye mi yoksa kurgu mu?

Evet, değerli editörüm Ece Hanım da bu soruyu sormuş ve “Tamamen kurgu” dediğimde şaşırmıştı. Tabii ki yaşanmışların etkisi yazınıza yansıyor, 12 Eylül dönemini yaşamış biri olarak, o zamanı yaşamamış birine göre daha iyi anlatabilmişimdir diye düşünüyorum.

Ülkemizdeki azınlıkların tarihte yaşadıkları da anlatılıyor… İnsanın kendi gerçek kimliğinden sıyrılması ve bunu en yakınlarından bile saklaması söz konusu… Kitabın en kilit noktası da bu zaten. Siz ne düşünüyorsunuz bu kimlik kargaşasıyla ilgili?

Osmanlı İmparatorluğunun genel yapısına baktığınızda bir ulus devlet göremezsiniz, devşirme yöntemi, bölgesel göçler, geniş bir coğrafya üzerinde ırkların birbirine karışmasını sağlamıştır. Örneğin ben bir lazım, 1453 sonrası Osmanlı’nın teşviki ile Doğu Karadeniz’de sahilde yaşayan Rumlarla, dağlarda yaşayan Ermenilerin arasına Rusya’dan getirilerek yerleştirilmişsiniz.

Irk olarak Kafkas ırkıyız, ayrı bir dilimiz var ve Türk soyundan gelmiyoruz ama pek çok Türk’ten kendimi daha Türk olarak görüyorum, çünkü bu ülke benim vatanım. Bu ülke Rumların da, Ermenilerin de vatanı. Neden bir arada yaşayıp bu karışımdan doğan kültür zenginliğimizin tadını çıkarmıyoruz.

Keşke Bu Kitabı Cinayeti İşlemeden Ogün Samast Okusaydı


Bu kitabı yazarken hiç çekinceleriniz oldu mu? Çünkü hikâyenin kahramanı Cevat Serter, tıpkı Ogün Samast gibi bir cinayete karışıyor ve hikâyede vurduğu kişi Ayhan da gazeteci Hrank Dink gibi bir cinayete kurban gidiyor. Siz de kitabınızda bu benzetmeye vurgu yapıyorsunuz zaten. Ve daha sonra ters köşe bir şey çıkıyor okuyucunun karşısına… Aslında kim kimdir? Ve bunun önemi var mıdır? Halen tartışılan ve sonu gelmeyen konular bunlar esasında… Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Tarihten ders çıkarmıyoruz, bu şekilde devam edersek nice Ayhan’ları nice Hrant Dink’leri kaybederiz. Kitapta iki farklı tarihi birleştirdim, yıllar önce işlenmiş bir cinayetin birebir aynısını yıllar sonra yine işlenebildiğini göstermek istedim ve “Keşke” bu kitabı cinayeti işlemeden Ogün Samast okusaydı” diye düşündüğümü yazdım.

“Hayat farkındalıkla başlar”

“Keşke yapmasaydım dediğimiz şeyleri, yapmadan önce düşünmemize olanak sağlarsa, işte o zaman gerçek değerini bulur” diyorsunuz kitabınızın önsüzünde. Fakat o keşkeler büyütmüyor mu insanı? Ancak “Keşke” dedikten sonra hamken olgunlaşılmıyor mu ve bazı gerçeklerin ancak bu şekilde farkına varılmıyor mu?

Kitabımı imzalarken çoğu kez “Hayat farkındalıkla başlar” yazıyorum. Bu farkındalığın hangi yaşta yakalayabileceğinizi bilmiyorum, hatta bazı insanların bunu yakalamadan yaşamlarını noktalayabileceğini düşünüyorum. Küçük bir çocuk sıcak bir sobaya dokunduğunda yanabileceğini bilmez, eğer dokunur ve yanarsa, bir daha bilerek hiçbir zaman sobaya dokunmaz ve dokunmak isteyen arkadaşını da uyarır.

Ama günümüzde insanların büyük bir bölümünde şunu görüyorum, ısrarla ders almadan o sobaya dokunmaya devam ediyorlar ve en yakın arkadaşı da olsa o sobaya dokunmaması gerektiğini söylemiyorlar. Burada ki “keşke” aynı konuda birden çok yaptığımız hatalar için kullanılmıştır.

Kitabınızdaki kahramanınız Cevat Serter, sonrasında büyük pişmanlığı olan, ırk ayrımı yapan bir katil. Okurken öyle olduğu sandıklarımızın aslında sandığımız gibi olmadığını da kitabın sonuna doğru çarpıcı bir şekilde öğreniyoruz… Bunu yaparken de çok ayrıntıya ve uzun uzun adeta kitap daha kalın olsun diye yapılmış tasvirlere başvurmadan, yalın bir anlatım dili kullanmışsınız… Özellikle mi böyle istediniz? Yoksa kısaltmak zorunda olduğunuz noktalar oldu mu?

Birinci kitabımda da bunu yaptım, tasvirleri uzun ve ayrıntılı bir biçimde yaptığınızda kitabın karakterlerini belli bir kişilik olarak aklınıza kazıyorsunuz. Oysa ben okuyucunun kitabın her hangi bir bölümünde kendisini bulmasını tasarladım. Yaşadığı bir mekân, yemek yediği restoran, bir kelime, bir bakış, bir hata veya mutluluk…

“Bir adette olsa denizyıldızlarına yardım etmek istiyorum”

Bu kitabı yazarken neler düşünmüştünüz, neler hayal etmiştiniz?

Kitabıma başlamadan önce kafamda giriş- gelişme ve sonuç olarak kısa bir kurgu yapıyorum, sonra içine girip olayları işlemeye başlıyorum. Bildiğiniz gibi, yazarlık çok az sayıdaki insan için bir meslek, ben ve benim gibi pek çok insan bu işi hobi olarak yapıyor. Tabii ki iyi noktalar gelmek ve asıl gerçek işimin yazarlık olmasını isterim ama maalesef Türkiye’de kitap okuma oranı on binde bir, bu oran Japonya da % 14. Kitabım özsözüne yazmıştım “Bir adette olsa denizyıldızlarına yardım etmek istiyorum.”

Yayınlanmış her iki kitabınızda aşk var. Peki bir yazar olarak aşkın sizdeki tanımı nedir? Bu soru için erken olabilir ama bundan sonraki kitabınızda da yine aşk olacak mı?

Aşkın kısa tanımı size şu kelime ile yapmak istiyorum: Kör bir erkeğin, sağır sevgilisine “Çok güzelsin seni çok seviyorum” demesidir aşk. Biraz önce de aşkı anlatırken, barışın anahtarı olarak bahsetmiştim.

Geçen hafta İzmir’den zorlu bir çalışmanın ardından suratım beş karış uçağa bindim. Uçak şirketinin tanıtım filmi “ aşk “ temalıydı ve beni gülümsetti, yaşam enerjimi anında yükselti.

Sonuç olarak hayattan bir kesiti anlattığım her kitapta aşk olacak.

Yazarken nelerden ilham alırsınız? Nasıl bir ortamda olursunuz?

Genel de kitabımı evimde ve akşam saatlerinde yalnız olduğumda yazıyorum. Kısık bir müzik ilham perilerime iyi geliyor.

Yazmanın ve özel sektördeki işleriniz dışında Fikret Yıldırıcı neler yapmaktan hoşlanır? Zamanınızı nasıl değerlendirmekten hoşlanırsınız?

Müzik, Kitaptan sonra ikinci uğraşım. İlk kitabım “ Palamut Zamanı Aşk” için bir beste-güfte çalışması yapmıştım amacım kitapla birlikte dağıtmaktı ancak maliyeti yüksek olunca vazgeçtik. Sporu seviyorum ama bana yaramıyor, bir yerlerime mutlaka zarar veriyorum, iki sene önce tenis oynarken köprücük kemiğimi kırdım ve tempomu biraz düşürdüm. En sevimli uğraşım ise kızım, onunla vakit geçirmeye bayılıyorum.

Fikret Yıldırıcının Kızı

En son hangi kitabı okumuş ve çok etkilenmiştiniz?

İlk kitabım yayınlandıktan sonra, kitap okurken yazarın tekniğini de analiz etmeye çalıyorum. Bir bakıma hem yazımdan zevk alıyor, hem de kendi tekniğimi geliştirmeye çalıyorum. Örneğin en son Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam” kitabını okudum, gerçekten yazarın farklı bir tekniği var.

Kitabınız henüz çok yeni ama çevrenizden, okuyucularınızdan aldığınız tepkiler nasıl?

Çok sürükleyici bulduklarını, başlanıldığında bırakılamadığını söyleyen okuyucularım oldu. Özellikle son bölümdeki sürpriz pek çok okuyucuyu şaşırtmış. Kitabın gerçek bir hikâyeden alıntı mı olduğu pek çok okuyucumun bana yönelttiği soru oldu, kurgu olduğunu duyunca kitabı daha da sevdiklerinden bahsettiler.

Değerli açıklamalarıyla bizleri aydınlatan Yazar Fikret Yıldırıcı'ya hepimizaileyiz.com ailesi olarak teşekkür ederiz.

Röportaj: Cansu BULDU ÇAN

Dikkat: Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kopyalanamaz, hiçbir şekilde kullanılamaz.

Konular :