GÜNCEL

Osmanlı Sarayında Astroloji "Sultan ve Müneccimi"

Hepimiz Aileyiz Kurumsal Icon hepimizaileyiz.com.tr
Yayın : 26.10.2017

Osmanlı Sarayında Astroloji  Sultan ve Müneccimi

Osmanlı Sarayında Astroloji Sultan ve Müneccimi

R. Hakan Kırkoğlu'nun 18. yüzyıl Osmanlı Sarayında Astroloji üzerine yaptığı bu çalışmada müneccimbaşıların çalışmaları ve hayatı ile ilgili pek çok bilgi ve kaynak bulacaksınız. Bir müneccimbaşının yazdıkları ahkamlardan, saraydaki görevlerine, ev eşyalarına kadar pek çok detay gün yüzüne çıkıyor.

Hakan Kırkoğlu’nun on sekizinci yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda astroloji üzerine çalışması, kendi alanında bir ilktir. Kırkoğlu, her bir yıl için öngörüleri içeren ahkâm metinleri ve astroloji haritaları da dahil, Ortaçağ astrolojisinin Osmanlı kültüründe devam ettiğini, ayrıca yönetici elit açısından büyük önem taşıdığını göstermiş, bunu titiz bir çalışmayla, ana kaynakları kavramsal boyutta ele alarak, etkileyici bir şekilde ortaya koymuştur.

Astroloji üzerine bir inceleme olarak merakla okunan bu çalışma, aynı zamanda Osmanlı kültürü araştırmalarında daha geniş sonuçlara da işaret etmektedir. Kitabın İngilizce baskısı, özellikle Batı düşüncesinde ihmal edilmiş olan, ele alınan dönemde İslam kültürünün incelenmesi açısından önemlidir. Tahmin edilebilecek nedenlerden dolayı, Batı’da bilim dünyası, onsekizinci yüzyılda Avrupa kültüründe meydana gelen gelişmelere -Sanayileşme, Aydınlanma ve Emperyalizm– odaklanmış durumdadır.

Dolayısıyla Avrupalı olmayan kültürlere, adeta Batı karşısında yenik düşmüş eski kimliklerin fosilleşmiş bir kalıntısı gibi bakma eğilimi yaygındır. Kırkoğlu’nun çalışması bunun tam tersine işaret etmekte; Osmanlı dünyasında Ortaçağ’ın mirası olan (ve tabii kitapta ele alınmasa da, kökü daha eskiye, Mezopotamya’ya dayanan) canlı bir astroloji kültürü olduğunu ortaya koymaktadır.

Batılı bir bilim adamı olarak, Kırkoğlu’nun eserinin Batı düşüncesiyle ilişkisine biraz daha yakından bakmak isterim. Batı dünyası, neredeyse bütün dikkatini Ortaçağ’ın “Altın Çağı” olarak addettiği Abbasi döneminde (yaklaşık 750-800) İslam bilimi ve felsefesine yöneltmiş durumdadır. Hakan Kırkoğlu’nun çalışması, öncelikle bu anlayıştaki eksik yönü tamamlıyor. İkincisi, İslami bilgi birikimine, sadece on ikinci-on üçüncü yüzyıllarda Avrupa’ya aktarılışını anlamak için bir araç gözüyle bakan anlayışa bir alternatif sunuyor. Üçüncüsü, 1258’de Moğolların Bağdat’ı yağmalamasıyla Abbasi döneminin sona ermesinin ardından, İslami düşünce dünyasında üzerinde düşünmeye değer hiç bir şey kalmadığı fikrini de sorguluyor. Hiç kuşkusuz Charles Burnett, George Saliba ve David King gibi, bu oturmuş yargıları sorgulayan bilim adamları daha önce de olmuştu, fakat bu görüşler hâlâ inatla direnmektedir. Bunun sonucu olarak, on üçüncü yüzyılda İslam kültürünün kültürel anlamda kısırlaştığı, bunun da Arap milliyetçiliği gibi kavramların on dokuzuncu-yirminci yüzyıllarda yükselmesine kadar (ironik bir şekilde, Batı’nın etkisiyle) devam ettiği yanılsaması da varlığını korumaktadır.

Türklerin ve İranlıların görsel sanatlardaki en seçkin ürünleri bile, genellikle sırf göze hitap eden, işlevsiz nesneler oldukları gerekçesiyle küçük görülmüşlerdir. Hakan Kırkoğlu ise Osmanlı toplumunda yüksek seviyede bir ezoterik kültürün varolduğunu göstermekte, on üçüncü yüzyıldan sonra İslam dünyasında astrolojiye ne olduğu sorusuna da yanıt vermektedir: Gördüğümüz kadarıyla, tıpkı Hindistan’da olduğu gibi, astroloji pratiği hız kesmeden devam etmiştir.

Hakan Kırkoğlu’nun çalışması ayrıca Batı Avrupa’da astrolojinin konumunu kıyas yoluyla değerlendirmek için mükemmel bir fırsat sunmaktadır: Astrolojinin kamusal yüzü, Batı’da on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru, birtakım astrolojik öngörüler içeren almanaklara hapsedilmiş durumdaydı. Astrolojinin ezoterik öğretileri ise yeraltına inmiş, muhtelemen masonluğun içinde gizlenmişti. Öte yandan, başta zihinsel rahatsızlıklar olmak üzere, Ay’ın çeşitli hastalıklarda etkili olduğu inancı hâlâ varlığını koruyordu. Fakat astrolojik öngörülerin ciddiye alınabileceği düşüncesi, eğitimli kesim tarafından tamamen dışlanmıştı. Bu ise, on yedinci yüzyılın başından itibaren doğa bilimcileri ve felsefecilerinin akılcı ideolojilerinin giderek büyüyen etkisinin bir sonucuydu. Esasen Batı’da (Avrupa ve Amerika’da), popüler kültürde astroloji pratiği ancak son yirmi-otuz yıldır akademisyenlerin ilgi alanına girmiş durumdadır. Hakan Kırkoğlu’nun bu kitabı, Türkiye’de de benzer çalışmalar için ilk adım sayılabilir.

Astroloji ve Akademi hakkında son birkaç söz daha söylemek isterim. Astrolojinin eski çağlardan kalma bir hurafe olduğu, dolayısıyla düşünce ve kültür tarihi içinde hiç bir değerinin olmadığı fikri bazı çevrelerde hâlâ savunulmaktadır. Ne var ki günümüzde konunun başka türlü değerlendirildiği, ciddi akademik çevreler de vardır. Kültür, inançlardan ve davranışlardan örülü bir bütündür ve bu bütünlük, bileşenleri değerlendirilmeden anlaşılamaz. İşte bu nedenle Hakan Kırkoğlu’nun çalışmasının, Osmanlı dünyasını ve İmparatorluğun gerileme dönemindeki kültürünü anlamamıza büyük bir katkı sağlayacağını

düşünüyorum.

Dr. Nicholas Campion

University of Wales, Trinity Saint David,

Kültürel Astronomi ve Astroloji Bölümü öğretim üyesi

Konular :
BU HABERLER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR